Yıllardır dillerden düşmeyen Güz Gülleri şarkısının güfte ve bestesini yapan TRT Sanatçısı Selim Öztaş, Haberes Dergisi’nin 50'nci sayısına konuk oldu.

Yazarımız Cem Aksu ile keyifli bir sohbet gerçekleştiren Öztaş musiki sanatının usulleri konusunda eleştirilerde bulunarak; “Bu konuda sorumlular bile henüz kafalarını kaldırıp bu nedir, nasıldır diye bakmıyorlar. Sanatçılar, şefler, öğretim görevlileri Hiçbiri. Ahkâm kesen çok, eğitimde palavra atan çok. Ama oturup çalışan yok” dedi.  

Bize kendinizden bahseder misiniz? Nerede doğdunuz nasıl bir ailede yetiştiniz? Ailenizde müzik ile ilgilenen var mıydı?

 1957 Kuşadası doğumluyum ve çiftçilik yapan orta halli bir ailenin 6 çocuğundan 5 numarasıyım. Ailemde mûsıkîyle iştigal eden yok ancak duyum ve ses konusundaki yeterlilikleri en az benim kadar diyebilirim. Biz radyo dönemi çocuklarıyız, tarlada çalışırken bile radyomuz çalardı bizim. Dinlenen eserler de mûsıkîye dair eserlerdi. Yaşadığım yerde İnsanlar bu tür eserleri dinler,  bu tür eserleri okurlardı. Meselâ ilginç bir şey söyleyeyim, folklorik tarzda eserlere ilgi pek yoktu.

İnşaat Mühendisliğinden musikimize olan yolculuk nasıl oluştu?

Nasip diyelim. Henüz daha yeni mezun olmuş bir mühendis adayı durumunda iken TRT’nin açtığı genel bir sınavla bir anda kendimizi “Hendese yani Hesap” âleminden çıkarak “Sesler ve Sözler” aleminin içine girmiş bulduk. İkisini bir arada yürütebildim ama iki yerde iki yarım adam olmaktansa bir yerde tam adam olmayı daha doğru buldum.

Amatör koroların Türk Müziğindeki yeri nedir? Ülkemizde birçok amatör koronun olmasının Türk Müziğine olumlu ya da olumsuz etkileri nelerdir?

Geldik Zurnanın Zırt dediği yere. Deveye demişler “Senin boynun niye eğri” oda “Yahu benim nerem doğru ki” demiş. Bu ülke yönetimiyle doğrudan ilgili bir konu, Öncelikle amatör koroların bir zenginlik olduğunu belirtmek isterim.

Tabiri caizse mûsıkî adına alt yapı oluştururlar diyebilirim. İnsanlar bir araya gelip mûsıkî yapmakta özgürlüğüne sahiptirler. Yapmayın diyemezsiniz.

Meselâ futbol kulüplerini örnek alırsak, Süper ligden sonuncu amatör kümeye kadar herkes takım kurup bu sporu yapabiliyor değil mi? Ama bir düzen içerisinde yapabiliyorlar, bir sistemleri var. Hatta bu sistemin dışında bile takımlar kurup maçlar yapabiliyorlar. Peki nerde yapabiliyorlar? Herkesin kendi seviyesine göre tahsis edilen stadyumlarda. Eğer resmi bir kulüp değilsen mahalledeki bir arsada. Siz Eskişehir Atatürk stadyumunda mahalle takımlarına maç yaptırıldığını hiç gördünüz mü? Ama bizde Atatürk Kültür Merkezlerinde mahalle koroları anlı şanlı konserler veriyor. Tabii ki verecekler ama yer orası olmamalı, en azından büyük kentlerde olmamalı. Konser konusunda mekân önemlidir. Öyle bir koroyu öyle bir mekânda izleyen seyircinin bu sanatın inceliklerine, derinliklerine saygısı kalmaz yani iş sıradanlaşır, izleyicinin kalitesi bozulur. O zaman da sanatta ilerleme olmaz. Peki bizim idarecilerimiz ne yapıyor? Parayı veren düdüğü çalıyor. Hatta işin içine siyasette girince düdüğü parasız bile üfletiyorlar.

Hepimizin dilinde ve gönlünde yer eden "Güz Gülleri" bestenizin hikayesini bizlere anlatır mısınız? Bu şarkıyı hangi duygu yoğunluğu ile bestelediniz?

Başlarda çok anlattım bunu ama pek artık anlatmak istemiyorum. Zira eser benden çıktı herkesin oldu. Herkes sahiplendi. Bırakayım da şarkıyı dinlerken herkes kendi hikâyesini yaşasın. Ama ısrar ederseniz, kısaca bir sonbahar günü coşkuyla açamayan bir gülle kendimi özdeşleştirmemin sonucunda şarkımın ana fikri başladı diyebilirim. Buna ilham diyorlar ama tabii ki birde işin proje kısmı var.

Sanatçının emeklisi olmaz derler. TRT'deki memuriyet hayatınız bittikten sonra neler yaptınız? Sanırım bir kitabınız var. Bundan bahseder misiniz?

Üzülerek söyleyeyim ben 50 yaşımda emekli oldum. Memuriyet ortamı bıktırdığı için diyebilirim. Ama dediğiniz gibi sanattan emekli olunmaz. Özgürce anlatmaya çalışıyorum mûsıkîmi. Bu bizim görevimiz mutlaka yapmamız gereken hizmetler var. Bir de yazdığım kitabı sordunuz, teknik bir kitap diye cevap vereyim. Mûsıkî sanatının en önemli iki teknik konusundan birini anlattım bu kitapta.

Usûller konusunu. Bir teknik adam olarak bir ezberi bozmak istedim İlgililerin ilgi göstermesi lâzım. Biliyor musunuz? Bu konuda sorumlular bile henüz kafalarını kaldırıp bu nedir, nasıldır diye bakmıyorlar. Sanatçılar, Şefler, Öğretim görevlileri Hiçbiri. Ahkâm kesen çok, Eğitimde palavra atan çok. Ama oturup çalışan yok.

Türkiye iyiye gitmiyor, sistem onları bu hale getirmiş. Yoksa önemli değil, benim anlattığım konu teknik, ilerde mutlaka bu şekilde anlatılacak.

Son dönemde özellikle yeni yetişen gençlerin Türk Müziği yorumlarını nasıl buluyorsunuz? Klasik üslup artık eskilerde mi kaldı sizce?

Yok, o şekilde bakmayın. Türk mûsıkîsinde klasizm kaybolmaz. İlgi azalabilir ama kaybolmaz. Sahip olduğu özellikler kaybolmasını engeller yani sağlam temeller üzerindedir. Sadece ülkenin yönetimi ve toplumun yaşam tercihi gereği belli bir zaman yeterince algılanamayabilir. Zaten bir asrı aşkın bir süredir aynı konumda yani yeterince algılanamıyor.  Yorumculara gelince; ben “Mûsıkînın özellikleri iki başlık altında incelenebilir” diyorum. Biri Teknik özellikler, diğeri Yorumsal özellikler Teknik sabittir değişmez ama Yorum değişkendir. Eğer yeni yetişen yorumcuların yorumu doğru değilse zaten günü gelince değiştirilirler. Eldeki doğru yorumcular yeter bu sanatı taşımaya. Bu soruları soruyorsunuz, sorguluyorsunuz. Demek ki ilgilenen kişiler var bu sanatla.

Türk Müziği sizce hak ettiği yerde mi? Musikimizi eski tadına kavuşturmak için neler yapılmalı sizce?

Bakın bu sorunuz bir önceki sorunuzla bağlantılı. Az önce klâsizmin kaybolmayacağını söyledim ama kaybolan bir şey var… O ne? Popülariteyi kaybettik. Nasıl? Eskiden gazinolarda “Astsolist” bizdik değil mi? Şimdi “Solistaltı” bile değiliz. Üretimsiz bir toplum bunu yaşamaya mahkûmdur.

Ülkede bize ait ne üretiliyor dersem cevap veremezsiniz. Sanayi, Tarım, Turizm, vs. Türkçe otel ismi yok, Buğdayı bile dışarıdan alıyoruz. Sanayinin mesela bizimle ilgili bölümünü düşünelim Gramafonu biz mi icat ettik? Pikabı, Teybi, CD’yi, Radyoyu, Televizyonu? İnternete gelmiyorum bile… Bunları üreten adamlar kendi kültür ürünleriyle beraber sattılar bize. Kültür denen şeyin bundan büyük düşmanı olabilir mi? Karşı taraflara hayranlık duyan kendini onlardan aşağıda hisseden milyonlar yetiştirdik. Ve bu milyonların içinden Milletvekilleri, Bakanlar, Başbakanlar, Cumhurbaşkanları seçip başa getiriyoruz. Bakın örnek vereyim. Dede Efendi devrin padişahı için, onu öven Sultaniyegâh makamında eserler besteler değil mi?

1.Beste: “MİSÂLİNİ NE ZEMİN Ü ZAMAN GÖRMÜŞTÜR”

2.Beste “CÂN Ü DİLİMİZ LÛTF-I KEREMKÂR (Şehenşah) İLE MÂMUR”

Bir de bu devirde, seçimlerde liderleri övmek için yazılan, onların isimlerinin de geçtiği seçim şarkılarına bir bakın lütfen. Bakın Hatay ilinin anavatana bağlanma kararının alındığı günün gecesi ile ilgili bir şarkı yazılmıştır Behçet Kemal Çağlar ve Cevdet Çağla imzalı

BAK BEHTA DA İKBALE DE NÛR İNDİ HATAYDA

KÖRFEZDE SABAH ETTİ O AY YÜZLÜ DE, AY DA

Atatürk’ün en güzel tariflerinden biridir değil mi?

“AY YÜZLÜ”

Sonuç: ÜRETİM, ÜRETİM ÜRETİM

Ama her konuda. Lider konusunda bile

Eskişehir'e en son ne zaman geldiniz? Neler söylemek istersiniz şehrimizle ilgili?

45 yıl önce İmar-İskân bakanlığında çalışırken Organize Sanayi Bölgesinin istimlak işlemleri için gelirdim Eskişehir’e. Sonra yine yıllar önce sevgili Hüseyin Erbay hocanın yönettiği bir konsere konuk sanatçı olarak katılmıştım eşim Neşe Öztaş’la. Hâlâ unutmadığımız bir konserdi. Bu arada çok geldik-gittik, en son bir yıl önce yine bir vesile ile gelmiştik şehrinize.

Beste yaparken güfte seçimini nasıl yapıyorsunuz? Bir beste nasıl oluşur? Hemen olan ya da aylarca yıllarca üzerinde çalışılan bir çalışmanın sonucu mudur?

Öncelikle ben beste yapmak için hiç güfte seçmedim. Çünkü bütün şarkılarımın güfteleri de bana aittir. Ben bu şekilde çalışıyorum. Diğer türlü yani başkalarının güftelerine denemeler yaptım ama baktım bana ait olmuyor, bir daha yapmadım. Sorunuzun devamına da şöyle cevap vereyim. Sahanda yumurta da bir yemektir, Mantıda bir yemektir. Yumurtayı beş dakikada pişirir ve tüketirsiniz. Mantıyı yapmak saatler sürer ayrıca bilgi, deneyim, vs. birçok şey lazımdır. Yumurtayı yiyince Allaha şükredersiniz. Çünkü sizin pek katkınız yoktur.

Ama mantıyı yapıp ve yedikten sonra yine Allaha şükredersiniz ama kendinizle de gurur duyarsınız değil mi?

Sizin etkilendiğiniz bestekârlar ve yorumcular kimlerdir?

Ben bir Radyo sanatçısıyım hâttâ bir dönem de o sanatçıların şefliğini yapmış biriyim. Bizim bestekârlar, yorumcular hatta eserler hakkında tercihimiz söz konusu olmamalıdır. Mûsıkîyi geleceğe taşımak birinci görevimiz.

Her yönüyle… Her ferdiyle…