GÖRÜNÜM
Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü. Herodot “Barışta, oğullar babalarını gömer, savaşta, babalar oğullarını”demiş. Benjamin Franklin; “Savaşın iyisi barışın kötüsü olmaz”, Aleksandır Sergeyeviç Puşkin; “Kötü bir barış iyi bir savaştan daha iyidir”, Martin Luther King; “Kuşlar gibi uçmasını balıklar gibi yüzmesini öğrendik. Ancak bu arada çok basit bir sanatı unuttuk kardeş olarak yaşamayı”, Çiçero; “En kötü barış, en hakIı savaştan daha iyidir”, Victor Hugo; “Barış, her şeyi hazmeden mutIuIuktur” demişler. Çağdaş Türkiye Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’te ‘Yurtta barış dünya da barış’ sözüyle barışın önemine vurgu yapmıştı.
KÜÇÜK KURŞUNLA ÖLDÜRÜRLER DEĞİL Mİ ANNE?
“Aynı evrende yaşamamalı cellatlar ve çocuklar; Ya ölmeli cellatlar, ya da hiç doğmamalı çocuklar” Ernesto Che Guevara bu sözleriyle dünyada yaşanan çocuk katliamlarına en anlamlı tepkiyi gösterdi. “Askerler çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?” 1995 yılında Srebrenitsa katliamında vurulan dört yaşında bir çocuğun ölmeden önce annesine sorduğu bu soru bugün bile bizleri acıya boğuyor. Sevgili Fikret Bila’nın dediği gibi; ‘İnsanı yediği yemekten, içtiği sudan, aldığı nefesten utandıran soru’ Ne yazık ki savaşta en büyük acıları çocuklar ve kadınlar yaşıyor. Maalesef silah üreten dev firmaları zengin etmek adına savaşlar çıkarılıyor. Bunu yapan devletler sözde medeni, büyük ülkeler. Önce terör örgütlerini kuruyorlar. Onları savaş çıkmasını istediği ülkelere salıyorlar. Sonra ‘terörü yok etmek, demokrasi ve özgürlük getirme’ adı altında ülkeyi yerle bir ediyor. Tüm zengin kaynaklarını ele geçiriyorlar. Maalesef bu yağmalanan ülkelerin hepsinde 'tek adam yönetimi' var. Çünkü bu emperyalist devletler sömürmek istedikleri ülkelerde tek adam yönetimi isterler. Kirli emellerine karşı durulmaması için o ülkelerde 'parlamenter sistemin kurulmasını' istemezler.
ÇOCUK KATLİAMLARI
Azerbaycanlı Karikatür Sanatçısı Gündüz Agayev çocuklar için çizdiği mutlu hayali resimleriyle‘keşke böyle olsaydı’ dedirtiyor. Çocuk katliamları konusunda farkındalık yaratıyor. 1972 yılında Vietnam’da atılan napalm bombaları nedeniyle büyük acıyla ölümü iliklerine kadar hisseden çocuklara rengarenk uçurtma uçurtuyor. Nagazaki’de atılan atom bombası sonrasında ölen kardeşinini naaşını bir krematoryumda yakılması için çıplak ayakla sırtında taşıyan Japon Çocuğu da olması gereken şekilde anlatıyor. Japon çocuğun sırtında uçak gibi taşıdığı kardeşinin mutluluğunu tasvir ediyor. 1993 yılında Güney Sudan’da akbabanın küçük kız çocuğunu yemek için ölmesini beklediği fotoğraf karesi var. Bu fotoğrafla Pulitzer ödülü alan Güney Afrikalı fotoğraf sanatçısı Kevin Carter, küçük kızı orada bırakıp gittiği için büyük tepki toplamıştı. Sanatçı bu olayın vicdan azabını daha fazla taşıyamayarak, 1994 yılında intihar etti. Agayev, bu utanç fotoğrafını da olması gereken gibi çizdi. Fotoğraf sanatçısı küçük kız çoçuğu ile akbabayı birbirlerine mutlulukla sarılmış gibi tasvir etti.
YAMYAM FARELER
Eskiden gemicilikte fareler oldukça fazla baş ağrıtırmış. Kilere girip yiyecekleri talan ettikleri gibi ahşap gemileri kemirir ve geminin su almasına dahi yol açarlarmış. Özellikle İngiliz gemiciler bunun çözümü olarak önce bir fare yakalamışlar. Bir kafesin veya teneke kutunun içine koyup üstünü kapatıp, fareyi günlerce ışıksız ve aç bırakmışlar. Sonra yanına küçük bir fare koyarlarmış. Kendi türünü yemeği öğretmek için sürekli bu tekrarlanırmış. Sonra günü geldiğinde yamyamlaşan fare geminin içine bırakılır ve gemideki farelerden böylece kurtulurlarmış. Dünyaya dönüp bakın ve yamyam fareleri görmeye çalışın; bir türün yamyam olması için sadece aç bırakılması gerekmez, ona bir düşünceyi de radikal bir şekilde empoze edip diğer düşüncelerin içine salarak insanlığa, insana ait güzel düşünceleri bu yamyam düşüncelerin yok etmesini sağlayabilirsiniz. Normal insanlar ‘Yahu bu insanlar neden birbirini boğazlar, neden kafa keserler, nasıl bu kadar kötülük yaparlar’ diye tuhaf tuhaf sorular sorar. Kendileri gibi düşünmeyen, teni kendisinden farklı olan, kendi dini veya mezhebinden olmayan insanlara karşı ‘kindar’ yetiştirilen nesillerin yamyamlaşan farelerden hiçbir farkı yoktur. Tüm Dünya bu kötülükleri ve kötülük yapan insanları yok etmek istiyorsa; çocuklara küçük yaşlarda insan, doğa, hayvan sevgisi aşılamalıdır. İnsanlar, Yunus Emre’nin ‘Yaratılanı severim yaratandan ötürü” sözünde olduğu gibi hiçbir ayrım yapmadan tüm yaratılanları sevmelidir…
NOSTALJİ
"HALK BENİ SEVİYOR"
Yıl 1986, 34 yıl önce. Yer: Büyük Otel altındaki pasajın içinde bulunan Ekrem Restoran. Eskişehir’e gelen Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) Genel Başkanı merhum Erdal İnönü, SHP yöneticileriyle akşam yemeği yiyor. Tarihi fotoğrafta, İl Başkanı Zeki Ünal, eski CHP İl Başkanı merhum Avukat Cahit Denker, Parti yöneticileri merhum Avukat Demircan Arıkan, merhum Ahmet Özaydın ve Mustafa Taşlak yer alıyor. Bu ziyaretten 1 yıl sonra (1987) yapılan Genel Seçimlerde Zeki Ünal 33 yaşında SHP Eskişehir Milletvekili seçildi. 1970’li yıllarda CHP’nin efsane İl Başkanı olan Cahit Denker, çok iyi bir hatipti. Espritüel bir kişiliği vardı. Partililerin ‘Baba’ diye hitap ettiği bir kişiydi. Çok iyi bir partiliydi. Denker, 1990 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. Denker, CHP Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Jale Nur Süllü’nün de babasıdır. Demircan Arıkan ‘Halk beni seviyor’ sözü ile Eskişehir’in sol siyasetinin unutulmaz ismi oldu. Belki de 1980’li yılların en iyi avukatıydı. Siyasette çok büyük emekler vermesine rağmen bunun karşılığını alamadı. O günlerde Ekrem Restoran Salon Şefi olan Mustafa Taşlak yıllardır CHP yönetimlerinde aktif görev alıyor. Eskişehir siyasetine zerafet getirmiş güzel insanlar olan Cahit Denker’e Demircan Arıkan’a, Ahmet Özaydın’a Allah’tan rahmet diliyorum.
///////
FIKRA
DÜŞTÜK BEA..
Kadının evinde cam kırılmıştı. Camcıyı aradı ve sipariş verdi. Yarım saat sonra zil çaldı. Kadın megafondan seslendi:
- Kim o?
- Camcı bea..
Kadın kapıyı açtı ve camın takılacağı yeri gösterdi. Beş dakika sonra yine zil çaldı.
- Kim o?
- Camcı bea..
- Yanlışlık var. Az önce bir camcı gelmişti.
- Düştük bea..
//////
ÇİVİ
“Olgunlaşmak, hiçbir şeye şaşırmamaktır.” Dostoyevski