Bunlar içinde en çok ilgiyi çeken ise Parkinson hastalığı idi. Hitler'in 30 Nisan 1945'te intiharından sonra cesedi hızlıca ortadan kaldırıldığı için- kimi kaynaklara göre bu böyle bir intihar da yoktu-beynine dair bir otopsi verisine rastlanmadı.
Araştırmacılara göre hastalığı 1933-1934 sıralarında 45 yaşında iken başlamıştı ve az da olsa elleri titriyordu. Sonrasında Hitler’in göz doktoru durumundan şüphelenerek, komutan Himmer’i bilgilendirdi. Hitler bu durumun gizli kalmasını istediği için, uzun yıllar Nazi partisinin diğer üyelerinden bile saklandı. Hitlerin sağlık sorununun biraz daha net görünür olduğu tarih ise aşağı yukarı 1945 civarları idi. Ellerindeki ve özellikle sol elindeki titreme, bunu saklamak için sol kolunu sürekli arkasında tutması, öne doğru eğilerek yavaş adımlar ile yürümesi, kasvetli bir yüz görünümü, yazısının giderek küçülmesi Parkinson hastalığına ait tüm belirtileri taşıdığını düşündürüyordu. Daha eski tarihlerdeki birkaç propaganda filminde uzun adımlar ile güçlü bir duruş sergilerken, ilerleyen zamanlarda çekilen görüntülerinde böyle bir duruştan eser yoktu. Konuşurken sesinin aniden yavaşladığı ve kısıldığı, yüzünün ifadesizleştiği, cümleleri tekrar ettiği yakın çevresi tarafından daha sıklıkla konuşuluyordu. Hitler ise kendindeki bu farklılıkları inkar ediyor ve hekimlerine daha çok kabızlık ve karnının şişmesinden bahsediyordu. Oysa bunlar da Parkinson hastalığına ait bulgulardı.
Hitlerin silah bakanı olan Speer daha sonra anılarında bu durumdan şöyle bahsedecekti; “1944'te Hitler yaşlı bir adam gibi büzüşüyordu. Uzuvları titriyordu, sürünen ayak sesleriyle kambur yürüyordu. Geçmişte temiz tuttuğu üniforması titreyen ellerinin döktüğü yemeklerden dolayı kirli idi”
Hitler, 30 Nisan 1945'te Berlin sığınağında kendini öldürmeden önceki günlerde düşkün bir adama benziyordu. Söylemleri bile değişmişti. Savaşın sonunda yenildiğini anlayınca; ‘Tüm Almanların yeryüzünden silinmesi gerektiğini’ bile söylemişti.
Hitlerin tarih sahnesine ilk çıktığı dönemlerde, özellikle kendi halkı tarafından, algılanışı çok farklıydı. Birinci dünya savaşından büyük bir yenilgiyle çıkan ve birbirine karşıt düşünce akımlarının radikal bir çarpışma içinde olduğu ülkede, koltuğu oturacak lider bir güç simgesi olmalıydı. Görünen kısmı ile öyle de oldu gerçekten. Hitler, ya kitlelerin söylemek istediklerini söyleyen bir ağız olarak ya da kendisine rakip bir oluşum da olmadığı için bunu başardı. Siyasi oluşumunun ismi Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi idi ve “Nazi” kısaltması ile simgelendi.
Böyle başlayan Alman rüyası nasıl oldu da bir kabusa dönüştü? Tarihçiler ve sosyologlara göre süreci belirleyen başlangıçta iyi, sonraları ise kötü hamlelerdi. İyi hamleler nihayetinde Hitler’in hayalleri idi ve iki hayali vardı. Doğuya doğru genişlemek ve Yahudileri yok etmek.
Öncelikle ülkenin ekonomik alanına el attı ve halkı üretime yönlendirdi. İşsizliği sıfıra indirdi, araba üretti, halkın sanat ile tanışmasını sağladı. Yol ve ulaşımı düzenledi. İktidara geldiği 1933 yılından savaşın başladığı 1939’a kadar sosyal bir devlet anlayışı ile yönetti.
Bu zaman içinde kendi kurduğunu sürekli dile getirdiği “Nazi” ütopyasını övmeyi de alışkanlık haline getirmişti. Bu markalaşma çabası sosyal devlet kavramını aniden yok etti, hatta tersine çevirdi. Sendikaları kurumları kapattı, silaha ve savaş makinelerine önem verdi savaşı başlattı.
Hastalığı mı başlamıştı?
Kayıtlar incelendiğinde, Hitler’in en göze çarpan davranış biçimi, güvensizlik, bencil, ayrıcalıklı ve narsist tavırları idi. Hitler'in hastalığı, insanlık dışı ve acımasız davranışlar sergilemesine yol açmış olabilirdi. Pişmanlığı ve empatisi yoktu ve kendi çıkarları için başkalarını kullanmaktan çekinmiyordu. Görgü tanıkları özellikle savaş sona ererken Hitler'in çok sık öfke ve duygusal krizler yaşadığından bahsetmişlerdi. Uyumuyor, kabus görüyor ve artan bir şüpheciliği vardı. Davranışları arasında zıt kişilik özelliklerini sergiliyordu: “zalim ve kibar, duygusal ve sert, yaratıcı ve yıkıcı”
İlginçtir ki, Yahudilere karşı çok sert davranan Hitler, çocuklara ve hayvanlara son derece düşkündü. İntihar etmeden önce evcil köpeğini vurmakta büyük zorluk çektiği de belirtiliyordu. Hayatının ilerleyen zamanlarında, en yakın arkadaşlarına karşı sapkın bir güvensizlik geliştirdi ve hastalığın Hitler'i aceleci bir adama dönüştürdüğü ve bunun onu kritik olarak yanlış hesaplanmış ve yanlış bir zamanda Sovyet Rusya'yı zorunlu olarak işgal etmesine yol açmış olabileceği öne sürüldü. Hitler savaşı kaybettiğinde, Parkinson hastalığı muhtemelen 2. veya 3. aşamasındaydı.
Özetle Hitler “BEYAZ” dan vazgeçiyor ve hızlıca kolay bir şekilde “SİYAH” a geçiyordu. Tarihçiler ve psikologlar Liderin savaş öncesi ve savaş sırasında yaptığı hamlelerde iki farklı Hitler’e rastladıklarından bahsederler. Bir yanda asla dediğinden vazgeçmeyen bir zihinsel katılık ve bilgiçlik diğer yanda etik ve sosyal değerlerden yoksun, ihanet etme ve kendini aldatma eğilimi ve kontrol edilemeyen duygusal tepkileri olan bir anti sosyal kişilik bozukluğu.
Konunun biraz detaylarına giren araştırmacılar, Hitler’in belli zamanlardaki kararlarını bu hastalığın başlama ve ilerleme süreçleri ile açıklamaya çalıştıklarında çok enteresan bir tablo ile karşılaştılar. Örnekler ile gidersek;
1. Hitler, 1939 ve 1940 yıllarında birkaç başarı gösterdiği için kendini savaş alanında da çok büyük ve güçlü zannetti. Avrupa’da Fransa, Danimarka, Polonya ve Norveç gibi birçok ülkeyi alan yenilmez bir savaşçı ve liderdi. Savaşı kazanmak için kullandığı taktik, Schlieffen Planı olarak biliniyordu. Ama aniden bu planda değişikliğe gitti. Niçin olduğunu kimse anlamadı.
2. Genel anlamda Hitler, Birleşik Devletler, Britanya ve Sovyetler Birliği karşısında büyük bir yenilgiye uğradı. Bu devletler arasında Britanya’ya karşı uyguladığı politika hatalarla doluydu. Britanya’yı her zaman müttefik olarak gördü ve hiçbir zaman tamamen burayı işgal etmeyi düşünmedi. Bu ise büyük bir hata olarak kendisine geri döndü.
3. Eisenhower kumandasındaki Müttefik kuvvetlerinin 1944 Haziran-eylül ayları arasında yaptıkları Normandiya çıkarmasına çok yavaş ve kararsız bir yanıt verdi. Bu ise Alman cephesinin yarılmasına ve Fransa'nın ortasına kadar gerilemesine yol açtı. Bu tarih muhtemelen hastalığının ilk 10 yılı içinde olup, sorun çözme ve bilgi işleme basamaklarında çelişkiler başlamıştı.
4. Avrupa’nın pek çok bölgesinde egemenlik kuran Hitler, hızlıca Rusya’yı işgal etmeyi kafasına yerleştirdi. Bu da savaşta yaptığı en büyük hata idi. En yakınındaki komutanları Rusya’nın coğrafi ve toplumsal koşullarının işgal edilmesine elvermeyeceğini dile getirdi, Hitler kararını vermişti ve onları da dinlemedi.
5. II. Dünya Savaşı'nda ABD istihbarat servisi tarafından hazırlanan 47 sayfalık raporda, Hitler'in uyuşturucu ve ilaç bağımlısı olduğu, günde altı kez metamfetamin dozları aldığı, kullandığı ilaçların da Parkinson'a yakalanmasına yol açtığının bilgisi de ilgi uyandırdı.
Parkinson hastalığı, beyindeki sinir hücrelerinin işlevini bozan kronik ve ilerleyici nörolojik bir hastalık olarak bilinir. Hastalık, genellikle 40 yaşından büyük erkekleri ve kadınları etkilese de hastaların %10'nu 40 yaşın altındadır. Hastalık yavaş ilerler. Çoğunlukla tek taraflı başlar ve o tarafa ait bulgular baskındır. Hitlerin sol kol titremesi bunun için karakteristiktir. Kaslarda katılık ve gerginlik, yürür iken ayakları sürtme, yürürken öne veya yana doğru eğilme, mimiklerde durgunluk, tüm hareketlerde yavaşlama, mikrografi yani yazı yazmada küçülme, kabızlık, gece uyanma ve bağırma ve daha pek çok bulguya sahiptir. Normalde sinir sistemi etrafında mesaj taşıyan bir nörokimya - dopamin - üreten sinir hücrelerinin ölümünden kaynaklandığı düşünülmektedir. İleri Parkinson genellikle daha yavaş reaksiyon sürelerine, sanrılara, unutkanlıklara yol açar. Bunların hepsi sürekli tıbbi bakım gerektirir.
Kalbiniz bir anda sızladı değil mi!
Bir hastalık, bir kişi, bir büyük savaş, soykırım, çoğunluğu sivil olmak üzere toplam 70 – 85 milyon arası insanın hayatını kaybetmesi bu kadar kolay açıklanabilir mi?
Bu kararı siz okuyuculara bırakıyorum.
Sevgi ile kalın.