Çocuklarımızı Karanlığa Mahkum Etmeyelim

Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders sürelerini 30 dakikaya düşürmeyi öngören önerisi, özellikle ikili eğitim yapan okullarda uygulanmak üzere valiliklere devredildi. Bu adım, eğitimde verimliliği artırmayı amaçlayan önemli bir gelişme gibi görünse de uygulama şekli büyük bir soru işareti oluşturuyor. Bakanlık, inisiyatifi valiliklere, valilikler de okullara bıraktı; bu da her okulun, kendi velilerini ve servis sağlayıcılarını ikna etme zorunluluğunu doğurdu.

Ancak tartışılması gereken asıl konu, çocukların eğitimden en verimli şekilde nasıl faydalanacağı olması gerekirken, bu mesele servislerin ticari kaygıları ve bazı çalışan velilerin iş saatleri ile ilgili gidiş geliş zorlukları nedeniyle gölgede kalmış durumda. Sorumluluğun yerel yönetimlere devredilmesi, eğitim sisteminde ciddi bir boşluk ve karmaşa yaratmıştır. Eğitim politikalarını belirleyen en yetkili kurum olan Milli Eğitim Bakanlığı, sorumluluğu okulların ve velilerin omuzlarına yüklemek yerine, eğitimde standardizasyonu sağlayacak kapsamlı bir plan sunmalıydı. Oysa şu anda her okul, her veli ve hatta her servis firması, bu düzenlemenin altında ezilmektedir.

Bakanlık, neden bu konuda net bir duruş sergilemiyor? Neden çocuklarımızın sağlığını ve eğitim verimliliğini merkeze alan bir sistem kurmak yerine, bu sorumluluğu valiliklere ve okullara devrediyor? Velilerin endişeleri, servis sağlayıcıların ticari kaygıları arasında sıkışan bu uygulama, eğitimde verimliliği artırmayı hedeflerken, aksine karmaşa ve belirsizlik yaratıyor.

Eğitim, devletin en temel sorumluluklarından biridir. Bir ülkenin geleceğini şekillendiren bu alanda, kararların yerelden yerele değişmesi, uygulamanın kişisel inisiyatiflere bırakılması kabul edilemez. Her bir öğrencinin eşit ve nitelikli eğitim alması gerektiği gerçeği göz ardı edilmemeli. Ancak, Bakanlık bu noktada sorumluluğunu yeterince yerine getirmemiş gibi görünüyor. Velilerden, servis şirketlerinden, hatta öğrencilerden bile geri dönüş bekleyerek eğitimin geleceğine dair önemli bir adım atmaktan geri duruyor.

Peki, bu kararsızlık neden? Servis sağlayıcıların ticari çıkarlarına mı yoksa velilerin iş saatlerine mi daha fazla önem veriliyor? Elbette ki, aileler ve servis firmaları eğitim sisteminin bir parçasıdır. Ancak çocuklarımızın geleceği bu tür endişelerle şekillendirilmemeli. Bakanlık, bu düzenlemeyi daha kapsamlı ve net bir planla uygulamaya koymalıydı. Velilerin ve servislerin talepleri elbette değerlendirilmeli, ancak eğitimdeki verimlilik, çocuklarımızın zihinsel ve fiziksel sağlığı her zaman öncelik olmalıdır.

Gözden kaçan temel mesele şudur: Çocuklar, ne kadar güvende ve dinlenmiş bir hâlde okula gelirlerse, derslere o kadar odaklanabilir ve daha verimli olabilirler. Her sabah karanlıkta uyanan bir çocuğun uykusuz, yorgun ve dikkatini toplamakta zorlanan bir hâlde derse girmesi, o çocuğun akademik başarısını ve psikolojik sağlığını olumsuz etkiler. Velilerin haklı endişeleri, erken saatlerdeki güvenlik risklerinin yanı sıra, bu ders saatlerinin çocukların biyolojik saatine ve öğrenme kapasitesine ters düştüğü gerçeği de unutulmamalıdır.

Aynı şekilde, akşam saatlerinde dersten çıkan öğlenci öğrencilerin durumu da kaygı vericidir. Karanlık ve kalabalık ortamlardan evlerine dönerken yaşadıkları kaygı, o son dersten ne kadar verim alabileceklerini sorgulatmaktadır.

Tüm bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda, eğitim saatlerinin kış aylarında sabahın kör karanlığında başlaması veya akşamın geç saatlerinde bitmesi, Bakanlık tarafından daha önce düşünülmüş olmalıydı.

Bakanlık, bu konuda kapsamlı bir analiz yapıp, tüm tarafları kapsayan bir çözüm geliştirmek yerine, sorumluluğu valiliklere ve okullara bırakmayı tercih etti. Oysaki, eğitimde böylesine köklü bir değişiklik yapılacaksa, her adım bilimsel verilere ve çocuklarımızın gelişim ihtiyaçlarına göre şekillendirilmeliydi.

Bu noktada velilere de bir çağrıda bulunmak gerekiyor: Çocuklarınızın hangi saat dilimlerinde eğitim aldıklarında en iyi sonuçları elde edeceğini düşünün. Eğitim, yalnızca fiziksel olarak sınıfta bulunmaktan ibaret değildir; öğrencilerin zihinlerinin açık, enerjilerinin yüksek ve öğrenmeye hazır olmaları gerekir. Servis saatleri ve iş saatleri gibi kaygılar kısa vadede çözülebilir. Ancak, çocuklarımızın verimsiz geçen eğitim yıllarını geri getirmek mümkün değildir.

Bakanlığın bir an önce bu konuda sorumluluğu eline alarak, daha net ve uygulanabilir bir planla sürece dahil olması gerekiyor. Eğitimdeki belirsizlik, çocuklarımızın geleceğini tehlikeye atıyor. Eğitimde reform yapmayı amaçlayan bu tür adımlar, kararlılıkla ve kapsamlı analizlerle hayata geçirilmelidir. Eğitim, ticari kaygılardan ya da pratik zorluklardan çok daha fazlasıdır. Çocuklarımızın geleceği, bu kararlarla şekilleniyor ve bu sorumluluk, herkesin değil, öncelikle Milli Eğitim Bakanlığı’nın omuzlarında olmalıdır...

Karanlık günlerden aydınlık yarınlara ulaşmak dileğiyle...