Cumhuriyetimizin kurucu kadroları, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa Devletlerinin yakaladığı bilimsel gelişmişlik düzeyine ulaşamadığı için yıkıldığını görmüşlerdi. Onlar, emperyalist devletlerin “Hasta adam” diye tanımladığı, Osmanlı Devleti ile aynı kaderi paylaşmamak için “Ulusal temele dayalı, akıl ve bilimin öncülüğünde çağdaş ve yaygın bir eğitim anlayışını” hedeflemişlerdi.
İŞLERİ HİÇ KOLAY DEĞİLDİ!..
Cumhuriyet, Osmanlıdan karmaşık ve devrimlere karşı dirençli bir eğitim sistemi devralmıştı. Dini ağırlıklı eğitim veren medreseler, kısmen daha modern Tanzimat okulları, sıbyan mektepleri, azınlık ve yabancı okulları faaliyetlerini “kendi bildikleri gibi” sürdürüyorlardı. Ülkedeki okuryazar oranı yüzde 7-8 civarındaydı.
Kurtuluş Savaşı’nın en bunalımlı günlerinin yaşandığı 16 Temmuz 1921’de Ankara’da Maarif Kongresi’nin yapılması, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının “Cehaletle savaşın düşmanla savaşmak kadar önemli olduğuna” inandıklarını gösteriyordu.
“ULUSAL VE ÇAĞDAŞ EĞİTİM…”
Cumhuriyetimizin önder kadroları, eğitim programlarının bir yandan toplum gereksinimlerine cevap vermesi, öte yandan çağdaş bir nitelik taşıması gerektiği görüşündeydi.
“Şark’tan gelen dogmalara ve Garp’tan gelen emperyalist baskılara” ancak ulusal bir eğitim anlayışı ile karşı çıkılabilirdi. Bu yüzden Cumhuriyetin eğitim sistemi, temel hedefine ulus olmayı koydu. Bu sayede devletin tüm bireylerinin “eşit haklara sahip özgür yurttaşlar” olması bekleniyordu. Yeni kamusal düzende eğitim, bireyleri, coğrafi mekânlara, etnik ve dinsel kimliklerin içine kapatmak yerine toplumu bütünüyle buluşturan bir işlev üstlendi.
Mustafa Kemal, 1924’te öğretmenlere yaptığı konuşmada “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyerek çağdaş bir eğitim sisteminin gereğini vurgularken; öğretmenlerden artık “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmelerini” istiyordu.
“EĞİTİMDE BİRLİK VE KARMA EĞİTİM…”
3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Eğitim Öğretim Birliği) ile Cumhuriyet eğitiminin yönetim yetkisi Milli Eğitim Bakanlığı’na verildi. Bu hukuksal düzenleme ile kültürel ikilik kurumsal bağlamda kaldırıldı, medreseler kapatıldı, eğitime laik bir karakter kazandırma süreci başladı.
Öncü kadrolar,“karma eğitim ilkesi” ile eğitimde cinsiyet ayrımının kaldırılmasını, tüm çocukların eğitim olanaklarından birlikte ve eşit olarak yararlanmalarının sağlanmasını en temel hedeflerinden biri olarak belirlemişlerdi. Bu şekilde daha dengeli kişilikler oluşmakta, farklı cinslerin birbirine ve farklılıklarına saygılı olmayı öğrenmelerinin önü açılmıştı.
Cumhuriyetin ilk on yılında eğitimi yaygınlaştırma, ulusal eğitim politikalarını uygulama, öğretim programlarını, öğretmen yetiştirme yöntemlerini geliştirme çabaları ile büyük mesafelerin alındığı “mucize” bir dönem yaşandı.
LAİK EGİTİM…
Cumhuriyetimizin en temel taşlarından biri olarak benimsenen laik eğitim, bireylerin farklı dinsel inançlarına karışmayan ama öğretim kurumlarındaki çalışmalar ile din işlerini birbirinden ayrı tutan eğitime denir.
Laik eğitim, dogmatik değil, akılcı ve bilimsel olan eğitimdir.
Laik eğitim, bağnaz olmayan, özgür düşünceli insanlar yetiştirmeyi hedeflediğinden, demokratik düzenin temel taşıdır.
Laik eğitim, eğitim programlarının ve ders içeriklerinin bilimsel ilkelere dayandığı, yöneticilerin ve öğretmenlerin nesnel davranışlar gösterdiği eğitim sistemidir.
Laik eğitim, önemli toplumsal işlevleri olan dinin kötüye kullanılmasına, siyasal ve ekonomik çıkar grupları tarafından istismar edilmesine karşı önlemler üretmek açısından çok önemlidir.
DEVLETİN VE MİLLETİN GELECEĞİ…
Cumhuriyetin eğitim izleminden vazgeçilme eğilimleri cehalete yol açacağı gibi emperyalizme de hizmet eder. Emperyalizm tarih boyunca kullandığı yerli işbirlikçileri vasıtası ile aydınlanma devrimlerini yaşamamış veya tamamlayamamış ülkelerde, laiklik karşıtı dinci ve etnik bölücü hareketleri destekler.
Demokratik cumhuriyetlerde, ulusal, çağdaş, karma, laik ve kamusal öncelikli bir eğitim sisteminin hakim kılınmasının toplumun birliği ve beraberliği, bireylerin mutluluğu ve huzuru için yaşamsal bir önemi vardır.
Bu temel ilkeler olmadan feodalizm artığı, ortaçağ kalıntısı kimliklerin siyasallaşmasını; etnik, dinsel, mezhepsel kimliklerin, eşit yurttaşlık kimliğinin önüne geçmesini engellemek, olanaksızdır. Bu karanlık yapılanmaların devamında ise sıranın ulus devlet yapılı demokratik cumhuriyetlerin yıkılmasına geleceği unutulmamalıdır…