“Arkadaşlar, İşte beni görüyorsunuz. Binbaşı idim. Anam, babam, kardaşlarım var. Hepsini bıraktım. Ben bu iş için çalışacağım. Siz de benimle beraber ölünceye kadar canınızla, malınızla çalışacağınıza söz veriyor musunuz?” (s.76)

Hepimizin içinde tarihin gerçeklerine ulaşma merakı saklı durmaktadır.

Bu meraktan hareketle öğrencilikte olsun, sonraki hayatımızda olsun Osmanlı’nın son yılları, ilerici subayların demokrasi ve eşitlikçi yönetim için kıvrandıkları yıllarla ilgili birçok eser okumuşuzdur.

Tarihçilerin bağımsız ve tarafsız bir gözle, araştırmalara dayanarak yazdıklarının yanı sıra bazı yazarların aşırı cumhuriyetçi olması ya da cumhuriyet karşıtı olmasına göre kişisel görüş ve yorumlarını da katarak yazdıkları kitaplar ve makaleler de az değildir. Sık sık o dönemin padişahları ve önemli kişileri ile ilgili birbirine ters düşen yazılarla karşılaşırız.

Doğrudan kişilerin anılarına ya da kaynaklara dayanılarak yazılanlar en güvenilir olanlarıdır.

Elimde uzun yıllar devlet hizmetinde çalışmış, bu arada tarihimizi didikleyen eserlere imza atmış, Osmanlı Türkçesini en iyi irdeleyen yazar olan “Halil Erdoğan Cengiz”in bizzat Enver Paşa’nın çok da güzel olmayan el yazısıyla yazdıklarına dayanan “Enver Paşa’nın Anıları” kitabı var.

***

Enver Paşa ülkemizin tarihinde yer alan ve İkinci Meşrutiyet’in ilanından bu yana çok konuşulan, tartışılan tarihi bir kişiliktir.

Kitap, Enver Paşa’nın doğumundan, çocukluk ve öğrencilik hayatı, genç subaylık dönemi ve hürriyet için dağa çıkarak İkinci Meşrutiyet”i ilan ettiği yıllara kadar olan anılarından oluşmaktadır.

Padişahlık yönetiminde genç bir subay olan Enver Bey, dağa çıkarak başlattığı hareketin imparatorluğun kaderini kökten değiştireceğini, kendi kaderinin de bununla iç içe olduğunu henüz bilmemektedir. Balkanlarda çeteci peşinde başlayan askerlik hayatı, Talat Bey’le tanışması, İttihat ve Terakki’ye girişi, meşrutiyet için verdiği mücadeleli yıllar…

Bu kitabın sona erdiği tarihten sonra imparatorluğun son döneminde Cemal ve Talat Paşalarla ülkeyi yöneten Enver Paşa’nın kendi kaleminden…

***

Kısaca Enver Paşa’nın (tamamı bu kitapta olmayan) hayatına bakarsak;

1881’de İstanbul’da dünyaya gelmiş. Çocukluk ve eğitim döneminin başlarını İstanbul’da yaşamış.  Babasının işi nedeniyle taşındıkları Manastır’da mektebi iptidai eğitimini tamamlamış. Önce Askeri Rüştiye’ye, sonra Askeri İdadi’ye, devamında Mekteb-i Harbiye’ye girmiş.

Burada okurken henüz öğrenci olan amcası Halil (Kut’ül Amare kahramanı Halil Kut) ile birlikte Yıldız mahkemelerinde yargılanmış ve serbest bırakılmış. Bu olay Enver Bey’i oldukça etkilemiş. Önemsiz konuları abartılı bir şekilde aktararak suça çeviren ve birçok ocağı mahveden Sultan Hamit’in etrafındaki yalakalara kin duymaya başlamış.

Sonrasında Mekteb-i Erkan-ı Harbiye’yi bitirmiş, genç bir kurmay subay olarak (önce kısa süre Selanik’e) Manastır’a atanmış. Balkanlarda çetelerle savaşmış. Bir süre sonra İttihat ve Terakki’ye üye olmuş ve örgütlenmeye büyük katkı sağlamış. Kendisi de askerlikten ayrılıp dağa çıkarak çetelerle ve mevcut iktidarla mücadeleyi sürdürmüş. Meşrutiyet’in ilanına büyük katkılar sağlamış.

Kendisi hakkında açıklama yapan İsmet İnönü’nün sözleri de Enver Paşa’nın kişiliği hakkında fikir vermektedir.

“Enver Paşa, ihtilaldan önce ahlak, cesaret ve kahramanlık misali tanınmıştır. Enver’e en çetin kıta hizmetleri, tam ve itibarla emniyet edilmiştir.” (s.22)

Kitabımız 1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile bitiyor.

***

Enver Paşa’nın hayatının kalan kısmını diğer kaynaklardan öğrenebilmekteyiz.

31 Mart İsyanı'na karşı Balkanlar'da toplanan Hareket Ordusu'na katılmış.

Bingazi'de, Mustafa Kemal ile aynı cephelerde İtalyanlara karşı savaşmış.

İstanbul'a döndükten sonra İttihat ve Terakki iktidarının pekişmesinde önemli yeri olan Babıâli Baskını'na katılmış.

Balkan Savaşı'nda işgale uğrayan Edirne'nin kurtarılışının öncülerinden olmuş.

1914’te Sait Halim Paşa kabinesinde Harbiye Nazırı olmuş. Hanedandan Naciye Sultan ile evlenmiş. Osmanlı-Alman ittifakının gelişmesinde ve ülkenin I. Dünya Savaşı'na girmesinde önemli rol oynamış.

Ancak savaş öncesindeki askeri başarılarını, savaş sırasında tekrarlayamadığı söylenir. Başkomutan vekili olarak görev yaptığı Sarıkamış Harekâtı kayıplarla sonuçlanmıştır.

Mondros Mütarekesi'nin ardından, Odessa ve Berlin üzerinden Orta Asya'ya gitmiş. Türkistan’ın bağımsızlığı için çalışırken, Tacikistan’da bir çarpışmada hayatını kaybetmiştir.

Mezarı 1996'da İstanbul’da Abide-i Hürriyet Tepesi’ne nakledilmiştir.

***

Enver Paşa anılarında oldukça sade ve mütevazı bir dil kullanmış; çetelerle olan çatışmalarını anlattığı yerlerde duygularını açıklamaktan, hangi güç şartlar altında çarpıştığını ayrıntılarıyla belirtmekten ve kendisine övünç payı çıkarmaktan özenle kaçınmıştır. Saatler süren yorucu yürüyüşlerden sonra dinlenmeden girişilen çatışmalar, geceleri saatler süren takipler, karlar altında donma tehlikeleri atlatması, sağ uyluğundan yaralanması gibi yaşadıkları ile ilgili cümleler bile bir askerî raporun cümleleri gibi kısa ve nettir. Ayrıntılara yer yoktur. Tıpkı “görev yerine getirilmiş, düşman yok edilmiştir, kaybımız yoktur” ya da “şu kadardır” şeklindeki ifadelerle doludur.

Yaşananların gerçek boyutu o günleri anlatan başka kaynaklar okununca daha iyi anlaşılmaktadır; özellikle Kazım Karabekir’in yazdıkları.

Enver Paşa’nın bu anılarını bir deftere özensiz bir yazıyla ve farklı kalemlerle yazdığını, okunaklı olmasına rağmen silintilerin, üstü çiziklerin, mürekkep lekelerinin olduğu söyleniyor. Ayrıca birçok yerde kişi ve yer adları boş bırakılmıştır.

Sona eklenen belge, kroki ve fotoğraflarsa kitaba zenginlik katmıştır.

Zamanının dil özelliklerini taşıdığından biraz zor anlaşılsa da kelimelerin hemen yanına yazılan güncel karşılıklar ve sayfa altlarına eklenen dipnotlar metnin anlaşılır olmasını sağlamıştır.

Tarih merakımızın bir kısmına cevap vereceği kanısındayım.

***

“Hıdiv-i Efham,

Otuz seneden beri vatanımızda hüküm süren istibdat, son günlerde şiddetini artırdı. Artık bir nihayet vermek, mevcut olan Kanun-ı Esasi’nin hükmünü icra ettirerek, hükümet-i meşrûtayı ihya etmek, selamet-i vatan ve millet için lazımdır.” (s.78)