"KEŞKE" OImasaydı!

Bazen düşünüyorum da “keşke” kelimesi güzel bir renge, çiçeğe ya da güzel bir duyguya verilen bir isim olsaydı. Huzurlu hissettiren bir koku, bir ağaç ismi. Belki de bir şehir ya da ülke…Ama değil! Gözle görünemeyen, bir durumu anlatan olumsuz bir kelime bu. Diğer bir değişle “pişmanlık”

Pişmanlık; her insanın hissedebildiği bir duygu. Her birimiz küçüklüğümüzden beri bizimle olan bir inanç ve düşünce sistemine göre olayları değerlendirme eğilimindeyiz. Dolayısı ile yaşanan deneyimleri kendimize has bu pencereden görmeye neredeyse yapışığız. Bazen küçük pişmanlıklar bazen de aklımızdan çıkaramadığımız büyük pişmanlıklar yaşarız. Zaman zaman geçmişte yaşananlardan dolayı kendimizi sorumlu tutar, sonuçlarından veya kaçırdıklarımızdan dolayı kendimizi suçlama halinde buluruz. Aslında kendimizi sorumlu hissetmek olumlu ve istenen bir tavır.  Çünkü sorumluluk hissettiğimizde hayatın içindeki rolümüzün farkında olur ve buna göre yeni adımlar atabiliriz.  Öte yandan pişmanlık duygusuna takılı kalmak bakış açımızı sınırlar, mahcubiyet, öfke, suçluluk gibi duyguları yaşamamıza neden olur. Geçmişte yapılan ya da yapılmayan bir davranış, söylenen ya da söylenmeyen bir söz, verilen ya da verilmeyen bir tepki pişmanlıklarımıza sebep olabilir. “Keşke farklı davransaydım!” “Olayları daha iyi kontrol edebilseydim her şey daha iyi olurdu!” Hep benim eksikliklerim ve hatalarım yüzünden şu an bunlar böyle!” bu ve benzeri düşünce kalıpları hepimizin zihninde zaman zaman yankılanır.

Kendimizi yaptığımız veya yapamadığımız şeyler için yargılamak çoğu kez alışık olduğumuz bir tavır. Çoğumuzun kendi hatalarına karşı toleransı daha düşük. Bir başkasının kendisini iyi hissetmesi için göstermiş olduğumuz yaklaşımı kendimize gösteremiyoruz. Neden kendimize her zaman daha acımasız oluyoruz ki!  Kendimize yönelik standart ve beklentilerimiz diğer insanlara yönelik olanlardan daha yüksek olduğu için olabilir mi? Dolayısı ile hal böyle iken pişmanlık duyduğumuz durumlarda da daha katı ve acımasız oluyoruz

Elbette hatalarımız olabilir. Hepimiz insanız ve hatalar yapabiliriz. Kimin yok ki? Yaptığımız hatalar bizi tanımlamıyor. Hayat boyu deneyimlerimizle gelişip öğreniyoruz.  Hatalarımızdan ders çıkartıp olgunlaşıyoruz. Keşkelerimizden yapmamız ve yapmamamız gerekenleri öğreniyoruz. Keşke yerine “Ben bu deneyimden nasıl bir ders çıkardım?” “Bir daha ki seferde benzer durumla karşılaştığımda nasıl davranırım?” “Neyi yapmalıyım? “Neleri yapmamalıyım?” gibi soruları kendimize sormaya ne dersiniz?

Geçmişi değiştirmek mümkün olmadığına göre ortaya çıkan sonucu kabul etmek ve o günün şartları dahilinde olduğunu hatırlamak gerekir. O zaman elimizden gelenin en iyisini yapmış olduğumuzu, elimizden daha iyi bir seçeneğin gelmediğini, gelemediğini fark edebiliriz.

Hatalar genelde tek başımıza yaptığımız şeyler değil! Koşullar, diğer insanlar ve o dönemin dinamikleri bu hataların oluşmasında çok etkili. Büyük resme bakmak, diğerlerinin rolünü ve kendi rolümüzü de görmek, pişmanlık duygumuzu biraz olsun hafifletebilir ve kendimizi affedebiliriz. Kendimizi affetmek derken; deneyimlerimizden bir ders çıkarmamak ya da bir daha olmaması için önlem almamak demek değil. Aksine kendimize daha insaflı yaklaşıp durumu açıklıkla gördüğümüzde yeni özgür kararlar almak daha kolay. Kendimizi zorlayarak, iteleyerek, acele ederek affediyormuş gibi davranarak olmuyor. Bunda gönüllü ve kararlı olmak gerekir.

Pişmanlığın; genel duygu halinin, hayata bakış açımızın ve gelişimimizin önüne geçmemesi için bu duygu ile temas etmemiz yani yüzleşmemiz gerekir. Bastırmaya çalışmadan, azımsamadan, benim böyle hissetmemem gerek demeden ve kendimizi incitmeden pişmanlık duygularımız ile iletişim kurabiliriz. Çünkü duyguları görmezden gelmenin bir işe yaramadığını biliyoruz. Eninde sonunda ve daha da güçlenerek ortaya çıkabiliyorlar. Her duygu gibi bu nahoş duygularda fark edilmek ve deneyimlenmek ister. Yani; gör, izle, yüzleş, kabul et ve özgür bırak.

Yaşananlara dair anılar ve pişmanlık hissi belirdiğinde kendimize şu soruları sorabiliriz.

Bugün olduğun halinle o günkü deneyim sana nasıl görünüyor? Hatana rağmen kendine daha sevgi dolu davransan nasıl hissederdin? Nasıl biri olurdun? Kendine benzer durumda olan, benzer şekilde hisseden bir dostuna yaklaştığın gibi yaklaşsan bu sana nasıl gelirdi? Arkadaşına ne söylerdin? Ona nasıl bir tavsiye de bulunurdun?

Kendini sevmek istisnasız her koşulda kendine dostça yaklaşmayı kabul etmek demek. Belki o sert acımasız iç sesimizi her fark ettiğimizde tavrımızı biraz olsun yumuşatmak gerek. Deneyimlere biraz daha yumuşak baktıkça hayat daha olumlu ve sorunlar daha çözülebilir hale gelir. Bu sevgi alanında pişmanlıklar kabul ve çözüm bulabilir.

Önemli olan bizim ve başkalarının hayatında geri dönüşü olmayan çok büyük derecede zarar verecek pişmanlıklarımız olmasın. Çünkü o zaman vicdanımızın sesini susturamayız.

Değerli bilim insanı ünlü psikolog Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nun “İyi Düşün Doğru Karar Ver” kitabından bir alıntı ile kendisini sevgi, saygı ve rahmetle anmak istiyorum. Kitabında; “Davranışlarımız temel bazı evrensel ilkelerle yönetilmektedir. Bu ilkeler ile ahenk içinde yaşamak olumlu, onlara ters düşen davranışlarda bulunmak olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Bunu değiştiremeyiz. Davranışı seçtiğimiz zaman, bu davranışın sonuçlarından sorumlu olmayı da seçmiş oluruz. Evvelden yapmış olduğumuz hatalar bizim ilgi çemberimize girer. Hatalarımızı geri çağırıp, onları değiştirme olanağımız yoktur. Hatanın hemen farkına varıp, nereden ve nasıl geldiğini iyice öğrenmek, bilmek istemek çok önemlidir. Bu tür gözlemlere temel olan hatalar, başarının temelini oluşturur.”

İyi veya kötü diye tanımladığımız her yaşantı, her deneyim kendimize yakınlaşmamıza vesile olur. Kulağa kabul etmesi ya da inanması zor gibi geliyor olabilir. Tabi ki hepimiz yaptığımız her şeyin bizim istediğimiz gibi sonuçlanmasını isteriz. Keşke diyorsak o zaman deneyimlerimizden bir ders çıkardığımızı ve daha başka alternatiflerimizin de olduğunu fark etmiş oluruz. “Kendini güçlendirmek isteyen kişi, hatasını görünce hemen kabul eder ve gerekeni yapar.” Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu.

Şuna kesinlikle inanmamız lazım ki; hissedilen en büyük acıların içinde dahi hep bir iyileşme ve gelişme potansiyeli vardır. Her sorun kendi içinde çözümüne dair ip uçlarını gizler. Yeter ki bu deneyimlere açık bir zihinle bakabilelim. Her şey bizim sandığımız gibi olmayabilir. Olanları gerçekte oldukları hali ile görebilmek bizi özgürleştirir. Zor deneyimleri geçmişte bırakırken deneyimin içinde saklı olan hediyeleri görmek ve keşfetmek gerekir.

Yargılar ve gerekçelere bağlı kalmak yerine, hatalarımızın sorumluluğunu almaya gönüllü olmak gerek. Karışık duygular yaşayan küçük çocuğun neler hissettiğini yüzünden okumaya çalışır gibi ya da bilmediğiniz bir dili konuşan birinin mimiklerinden derdini anlamaya çalışır gibi kendi deneyimlerimize bakıp o anki halimizi anlamaya gönüllü olabilir miyiz?

Şimdi büyük resme dönüp tekrar bakmanız dileğimle mutlu kalın.

                                                                

                                  

                                                         

    KONU YAŞAM  AYÇA ARSLAN BALLI İKİ SAYFA

                                

“KEŞKE” OLMASAYDI!

Bazen düşünüyorum da “keşke” kelimesi güzel bir renge, çiçeğe ya da güzel bir duyguya verilen bir isim olsaydı. Huzurlu hissettiren bir koku, bir ağaç ismi. Belki de bir şehir ya da ülke…Ama değil! Gözle görünemeyen, bir durumu anlatan olumsuz bir kelime bu. Diğer bir değişle “pişmanlık”

Pişmanlık; her insanın hissedebildiği bir duygu. Her birimiz küçüklüğümüzden beri bizimle olan bir inanç ve düşünce sistemine göre olayları değerlendirme eğilimindeyiz. Dolayısı ile yaşanan deneyimleri kendimize has bu pencereden görmeye neredeyse yapışığız. Bazen küçük pişmanlıklar bazen de aklımızdan çıkaramadığımız büyük pişmanlıklar yaşarız. Zaman zaman geçmişte yaşananlardan dolayı kendimizi sorumlu tutar, sonuçlarından veya kaçırdıklarımızdan dolayı kendimizi suçlama halinde buluruz. Aslında kendimizi sorumlu hissetmek olumlu ve istenen bir tavır.  Çünkü sorumluluk hissettiğimizde hayatın içindeki rolümüzün farkında olur ve buna göre yeni adımlar atabiliriz.  Öte yandan pişmanlık duygusuna takılı kalmak bakış açımızı sınırlar, mahcubiyet, öfke, suçluluk gibi duyguları yaşamamıza neden olur. Geçmişte yapılan ya da yapılmayan bir davranış, söylenen ya da söylenmeyen bir söz, verilen ya da verilmeyen bir tepki pişmanlıklarımıza sebep olabilir. “Keşke farklı davransaydım!” “Olayları daha iyi kontrol edebilseydim her şey daha iyi olurdu!” Hep benim eksikliklerim ve hatalarım yüzünden şu an bunlar böyle!” bu ve benzeri düşünce kalıpları hepimizin zihninde zaman zaman yankılanır.

Kendimizi yaptığımız veya yapamadığımız şeyler için yargılamak çoğu kez alışık olduğumuz bir tavır. Çoğumuzun kendi hatalarına karşı toleransı daha düşük. Bir başkasının kendisini iyi hissetmesi için göstermiş olduğumuz yaklaşımı kendimize gösteremiyoruz. Neden kendimize her zaman daha acımasız oluyoruz ki!  Kendimize yönelik standart ve beklentilerimiz diğer insanlara yönelik olanlardan daha yüksek olduğu için olabilir mi? Dolayısı ile hal böyle iken pişmanlık duyduğumuz durumlarda da daha katı ve acımasız oluyoruz

Elbette hatalarımız olabilir. Hepimiz insanız ve hatalar yapabiliriz. Kimin yok ki? Yaptığımız hatalar bizi tanımlamıyor. Hayat boyu deneyimlerimizle gelişip öğreniyoruz.  Hatalarımızdan ders çıkartıp olgunlaşıyoruz. Keşkelerimizden yapmamız ve yapmamamız gerekenleri öğreniyoruz. Keşke yerine “Ben bu deneyimden nasıl bir ders çıkardım?” “Bir daha ki seferde benzer durumla karşılaştığımda nasıl davranırım?” “Neyi yapmalıyım? “Neleri yapmamalıyım?” gibi soruları kendimize sormaya ne dersiniz?

 Geçmişi değiştirmek mümkün olmadığına göre ortaya çıkan sonucu kabul etmek ve o günün şartları dahilinde olduğunu hatırlamak gerekir. O zaman elimizden gelenin en iyisini yapmış olduğumuzu, elimizden daha iyi bir seçeneğin gelmediğini, gelemediğini fark edebiliriz.

Hatalar genelde tek başımıza yaptığımız şeyler değil! Koşullar, diğer insanlar ve o dönemin dinamikleri bu hataların oluşmasında çok etkili. Büyük resme bakmak, diğerlerinin rolünü ve kendi rolümüzü de görmek, pişmanlık duygumuzu biraz olsun hafifletebilir ve kendimizi affedebiliriz. Kendimizi affetmek derken; deneyimlerimizden bir ders çıkarmamak ya da bir daha olmaması için önlem almamak demek değil. Aksine kendimize daha insaflı yaklaşıp durumu açıklıkla gördüğümüzde yeni özgür kararlar almak daha kolay. Kendimizi zorlayarak, iteleyerek, acele ederek affediyormuş gibi davranarak olmuyor. Bunda gönüllü ve kararlı olmak gerekir.

Pişmanlığın; genel duygu halinin, hayata bakış açımızın ve gelişimimizin önüne geçmemesi için bu duygu ile temas etmemiz yani yüzleşmemiz gerekir. Bastırmaya çalışmadan, azımsamadan, benim böyle hissetmemem gerek demeden ve kendimizi incitmeden pişmanlık duygularımız ile iletişim kurabiliriz. Çünkü duyguları görmezden gelmenin bir işe yaramadığını biliyoruz. Eninde sonunda ve daha da güçlenerek ortaya çıkabiliyorlar. Her duygu gibi bu nahoş duygularda fark edilmek ve deneyimlenmek ister. Yani; gör, izle, yüzleş, kabul et ve özgür bırak.

Yaşananlara dair anılar ve pişmanlık hissi belirdiğinde kendimize şu soruları sorabiliriz.

 Bugün olduğun halinle o günkü deneyim sana nasıl görünüyor? Hatana rağmen kendine daha sevgi dolu davransan nasıl hissederdin? Nasıl biri olurdun? Kendine benzer durumda olan, benzer şekilde hisseden bir dostuna yaklaştığın gibi yaklaşsan bu sana nasıl gelirdi? Arkadaşına ne söylerdin? Ona nasıl bir tavsiye de bulunurdun?

Kendini sevmek istisnasız her koşulda kendine dostça yaklaşmayı kabul etmek demek. Belki o sert acımasız iç sesimizi her fark ettiğimizde tavrımızı biraz olsun yumuşatmak gerek. Deneyimlere biraz daha yumuşak baktıkça hayat daha olumlu ve sorunlar daha çözülebilir hale gelir. Bu sevgi alanında pişmanlıklar kabul ve çözüm bulabilir.

 Önemli olan bizim ve başkalarının hayatında geri dönüşü olmayan çok büyük derecede zarar verecek pişmanlıklarımız olmasın. Çünkü o zaman vicdanımızın sesini susturamayız.

Değerli bilim insanı ünlü psikolog Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nun “İyi Düşün Doğru Karar Ver” kitabından bir alıntı ile kendisini sevgi, saygı ve rahmetle anmak istiyorum. Kitabında; “Davranışlarımız temel bazı evrensel ilkelerle yönetilmektedir. Bu ilkeler ile ahenk içinde yaşamak olumlu, onlara ters düşen davranışlarda bulunmak olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Bunu değiştiremeyiz. Davranışı seçtiğimiz zaman, bu davranışın sonuçlarından sorumlu olmayı da seçmiş oluruz. Evvelden yapmış olduğumuz hatalar bizim ilgi çemberimize girer. Hatalarımızı geri çağırıp, onları değiştirme olanağımız yoktur. Hatanın hemen farkına varıp, nereden ve nasıl geldiğini iyice öğrenmek, bilmek istemek çok önemlidir. Bu tür gözlemlere temel olan hatalar, başarının temelini oluşturur.”

İyi veya kötü diye tanımladığımız her yaşantı, her deneyim kendimize yakınlaşmamıza vesile olur. Kulağa kabul etmesi ya da inanması zor gibi geliyor olabilir. Tabi ki hepimiz yaptığımız her şeyin bizim istediğimiz gibi sonuçlanmasını isteriz. Keşke diyorsak o zaman deneyimlerimizden bir ders çıkardığımızı ve daha başka alternatiflerimizin de olduğunu fark etmiş oluruz. “Kendini güçlendirmek isteyen kişi, hatasını görünce hemen kabul eder ve gerekeni yapar.” Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu.

Şuna kesinlikle inanmamız lazım ki; hissedilen en büyük acıların içinde dahi hep bir iyileşme ve gelişme potansiyeli vardır. Her sorun kendi içinde çözümüne dair ip uçlarını gizler. Yeter ki bu deneyimlere açık bir zihinle bakabilelim. Her şey bizim sandığımız gibi olmayabilir. Olanları gerçekte oldukları hali ile görebilmek bizi özgürleştirir. Zor deneyimleri geçmişte bırakırken deneyimin içinde saklı olan hediyeleri görmek ve keşfetmek gerekir.

Yargılar ve gerekçelere bağlı kalmak yerine, hatalarımızın sorumluluğunu almaya gönüllü olmak gerek.

Karışık duygular yaşayan küçük çocuğun neler hissettiğini yüzünden okumaya çalışır gibi ya da bilmediğiniz bir dili konuşan birinin mimiklerinden derdini anlamaya çalışır gibi kendi deneyimlerimize bakıp o anki halimizi anlamaya gönüllü olabilir miyiz?

                                         

Şimdi büyük resme dönüp tekrar bakmanız dileğimle mutlu kalın.

                                                                

                                  

                                                         

    KONU YAŞAM  AYÇA ARSLAN BALLI İKİ SAYFA

                                

“KEŞKE” OLMASAYDI!

Bazen düşünüyorum da “keşke” kelimesi güzel bir renge, çiçeğe ya da güzel bir duyguya verilen bir isim olsaydı. Huzurlu hissettiren bir koku, bir ağaç ismi. Belki de bir şehir ya da ülke…Ama değil! Gözle görünemeyen, bir durumu anlatan olumsuz bir kelime bu. Diğer bir değişle “pişmanlık”

Pişmanlık; her insanın hissedebildiği bir duygu. Her birimiz küçüklüğümüzden beri bizimle olan bir inanç ve düşünce sistemine göre olayları değerlendirme eğilimindeyiz. Dolayısı ile yaşanan deneyimleri kendimize has bu pencereden görmeye neredeyse yapışığız. Bazen küçük pişmanlıklar bazen de aklımızdan çıkaramadığımız büyük pişmanlıklar yaşarız. Zaman zaman geçmişte yaşananlardan dolayı kendimizi sorumlu tutar, sonuçlarından veya kaçırdıklarımızdan dolayı kendimizi suçlama halinde buluruz. Aslında kendimizi sorumlu hissetmek olumlu ve istenen bir tavır.  Çünkü sorumluluk hissettiğimizde hayatın içindeki rolümüzün farkında olur ve buna göre yeni adımlar atabiliriz.  Öte yandan pişmanlık duygusuna takılı kalmak bakış açımızı sınırlar, mahcubiyet, öfke, suçluluk gibi duyguları yaşamamıza neden olur. Geçmişte yapılan ya da yapılmayan bir davranış, söylenen ya da söylenmeyen bir söz, verilen ya da verilmeyen bir tepki pişmanlıklarımıza sebep olabilir. “Keşke farklı davransaydım!” “Olayları daha iyi kontrol edebilseydim her şey daha iyi olurdu!” Hep benim eksikliklerim ve hatalarım yüzünden şu an bunlar böyle!” bu ve benzeri düşünce kalıpları hepimizin zihninde zaman zaman yankılanır.

Kendimizi yaptığımız veya yapamadığımız şeyler için yargılamak çoğu kez alışık olduğumuz bir tavır. Çoğumuzun kendi hatalarına karşı toleransı daha düşük. Bir başkasının kendisini iyi hissetmesi için göstermiş olduğumuz yaklaşımı kendimize gösteremiyoruz. Neden kendimize her zaman daha acımasız oluyoruz ki!  Kendimize yönelik standart ve beklentilerimiz diğer insanlara yönelik olanlardan daha yüksek olduğu için olabilir mi? Dolayısı ile hal böyle iken pişmanlık duyduğumuz durumlarda da daha katı ve acımasız oluyoruz

Elbette hatalarımız olabilir. Hepimiz insanız ve hatalar yapabiliriz. Kimin yok ki? Yaptığımız hatalar bizi tanımlamıyor. Hayat boyu deneyimlerimizle gelişip öğreniyoruz.  Hatalarımızdan ders çıkartıp olgunlaşıyoruz. Keşkelerimizden yapmamız ve yapmamamız gerekenleri öğreniyoruz. Keşke yerine “Ben bu deneyimden nasıl bir ders çıkardım?” “Bir daha ki seferde benzer durumla karşılaştığımda nasıl davranırım?” “Neyi yapmalıyım? “Neleri yapmamalıyım?” gibi soruları kendimize sormaya ne dersiniz?

 Geçmişi değiştirmek mümkün olmadığına göre ortaya çıkan sonucu kabul etmek ve o günün şartları dahilinde olduğunu hatırlamak gerekir. O zaman elimizden gelenin en iyisini yapmış olduğumuzu, elimizden daha iyi bir seçeneğin gelmediğini, gelemediğini fark edebiliriz.

Hatalar genelde tek başımıza yaptığımız şeyler değil! Koşullar, diğer insanlar ve o dönemin dinamikleri bu hataların oluşmasında çok etkili. Büyük resme bakmak, diğerlerinin rolünü ve kendi rolümüzü de görmek, pişmanlık duygumuzu biraz olsun hafifletebilir ve kendimizi affedebiliriz. Kendimizi affetmek derken; deneyimlerimizden bir ders çıkarmamak ya da bir daha olmaması için önlem almamak demek değil. Aksine kendimize daha insaflı yaklaşıp durumu açıklıkla gördüğümüzde yeni özgür kararlar almak daha kolay. Kendimizi zorlayarak, iteleyerek, acele ederek affediyormuş gibi davranarak olmuyor. Bunda gönüllü ve kararlı olmak gerekir.

Pişmanlığın; genel duygu halinin, hayata bakış açımızın ve gelişimimizin önüne geçmemesi için bu duygu ile temas etmemiz yani yüzleşmemiz gerekir. Bastırmaya çalışmadan, azımsamadan, benim böyle hissetmemem gerek demeden ve kendimizi incitmeden pişmanlık duygularımız ile iletişim kurabiliriz. Çünkü duyguları görmezden gelmenin bir işe yaramadığını biliyoruz. Eninde sonunda ve daha da güçlenerek ortaya çıkabiliyorlar. Her duygu gibi bu nahoş duygularda fark edilmek ve deneyimlenmek ister. Yani; gör, izle, yüzleş, kabul et ve özgür bırak.

Yaşananlara dair anılar ve pişmanlık hissi belirdiğinde kendimize şu soruları sorabiliriz.

 Bugün olduğun halinle o günkü deneyim sana nasıl görünüyor? Hatana rağmen kendine daha sevgi dolu davransan nasıl hissederdin? Nasıl biri olurdun? Kendine benzer durumda olan, benzer şekilde hisseden bir dostuna yaklaştığın gibi yaklaşsan bu sana nasıl gelirdi? Arkadaşına ne söylerdin? Ona nasıl bir tavsiye de bulunurdun?

Kendini sevmek istisnasız her koşulda kendine dostça yaklaşmayı kabul etmek demek. Belki o sert acımasız iç sesimizi her fark ettiğimizde tavrımızı biraz olsun yumuşatmak gerek. Deneyimlere biraz daha yumuşak baktıkça hayat daha olumlu ve sorunlar daha çözülebilir hale gelir. Bu sevgi alanında pişmanlıklar kabul ve çözüm bulabilir.

 Önemli olan bizim ve başkalarının hayatında geri dönüşü olmayan çok büyük derecede zarar verecek pişmanlıklarımız olmasın. Çünkü o zaman vicdanımızın sesini susturamayız.

Değerli bilim insanı ünlü psikolog Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nun “İyi Düşün Doğru Karar Ver” kitabından bir alıntı ile kendisini sevgi, saygı ve rahmetle anmak istiyorum. Kitabında; “Davranışlarımız temel bazı evrensel ilkelerle yönetilmektedir. Bu ilkeler ile ahenk içinde yaşamak olumlu, onlara ters düşen davranışlarda bulunmak olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Bunu değiştiremeyiz. Davranışı seçtiğimiz zaman, bu davranışın sonuçlarından sorumlu olmayı da seçmiş oluruz. Evvelden yapmış olduğumuz hatalar bizim ilgi çemberimize girer. Hatalarımızı geri çağırıp, onları değiştirme olanağımız yoktur. Hatanın hemen farkına varıp, nereden ve nasıl geldiğini iyice öğrenmek, bilmek istemek çok önemlidir. Bu tür gözlemlere temel olan hatalar, başarının temelini oluşturur.”

İyi veya kötü diye tanımladığımız her yaşantı, her deneyim kendimize yakınlaşmamıza vesile olur. Kulağa kabul etmesi ya da inanması zor gibi geliyor olabilir. Tabi ki hepimiz yaptığımız her şeyin bizim istediğimiz gibi sonuçlanmasını isteriz. Keşke diyorsak o zaman deneyimlerimizden bir ders çıkardığımızı ve daha başka alternatiflerimizin de olduğunu fark etmiş oluruz. “Kendini güçlendirmek isteyen kişi, hatasını görünce hemen kabul eder ve gerekeni yapar.” Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu.

Şuna kesinlikle inanmamız lazım ki; hissedilen en büyük acıların içinde dahi hep bir iyileşme ve gelişme potansiyeli vardır. Her sorun kendi içinde çözümüne dair ip uçlarını gizler. Yeter ki bu deneyimlere açık bir zihinle bakabilelim. Her şey bizim sandığımız gibi olmayabilir. Olanları gerçekte oldukları hali ile görebilmek bizi özgürleştirir. Zor deneyimleri geçmişte bırakırken deneyimin içinde saklı olan hediyeleri görmek ve keşfetmek gerekir.

Yargılar ve gerekçelere bağlı kalmak yerine, hatalarımızın sorumluluğunu almaya gönüllü olmak gerek.

Karışık duygular yaşayan küçük çocuğun neler hissettiğini yüzünden okumaya çalışır gibi ya da bilmediğiniz bir dili konuşan birinin mimiklerinden derdini anlamaya çalışır gibi kendi deneyimlerimize bakıp o anki halimizi anlamaya gönüllü olabilir miyiz?

                                         

Şimdi büyük resme dönüp tekrar bakmanız dileğimle mutlu kalın.

                                                                

                                  

                                                         

    KONU YAŞAM  AYÇA ARSLAN BALLI İKİ SAYFA

                                

“KEŞKE” OLMASAYDI!

Bazen düşünüyorum da “keşke” kelimesi güzel bir renge, çiçeğe ya da güzel bir duyguya verilen bir isim olsaydı. Huzurlu hissettiren bir koku, bir ağaç ismi. Belki de bir şehir ya da ülke…Ama değil! Gözle görünemeyen, bir durumu anlatan olumsuz bir kelime bu. Diğer bir değişle “pişmanlık”

Pişmanlık; her insanın hissedebildiği bir duygu. Her birimiz küçüklüğümüzden beri bizimle olan bir inanç ve düşünce sistemine göre olayları değerlendirme eğilimindeyiz. Dolayısı ile yaşanan deneyimleri kendimize has bu pencereden görmeye neredeyse yapışığız. Bazen küçük pişmanlıklar bazen de aklımızdan çıkaramadığımız büyük pişmanlıklar yaşarız. Zaman zaman geçmişte yaşananlardan dolayı kendimizi sorumlu tutar, sonuçlarından veya kaçırdıklarımızdan dolayı kendimizi suçlama halinde buluruz. Aslında kendimizi sorumlu hissetmek olumlu ve istenen bir tavır.  Çünkü sorumluluk hissettiğimizde hayatın içindeki rolümüzün farkında olur ve buna göre yeni adımlar atabiliriz.  Öte yandan pişmanlık duygusuna takılı kalmak bakış açımızı sınırlar, mahcubiyet, öfke, suçluluk gibi duyguları yaşamamıza neden olur. Geçmişte yapılan ya da yapılmayan bir davranış, söylenen ya da söylenmeyen bir söz, verilen ya da verilmeyen bir tepki pişmanlıklarımıza sebep olabilir. “Keşke farklı davransaydım!” “Olayları daha iyi kontrol edebilseydim her şey daha iyi olurdu!” Hep benim eksikliklerim ve hatalarım yüzünden şu an bunlar böyle!” bu ve benzeri düşünce kalıpları hepimizin zihninde zaman zaman yankılanır.

Kendimizi yaptığımız veya yapamadığımız şeyler için yargılamak çoğu kez alışık olduğumuz bir tavır. Çoğumuzun kendi hatalarına karşı toleransı daha düşük. Bir başkasının kendisini iyi hissetmesi için göstermiş olduğumuz yaklaşımı kendimize gösteremiyoruz. Neden kendimize her zaman daha acımasız oluyoruz ki!  Kendimize yönelik standart ve beklentilerimiz diğer insanlara yönelik olanlardan daha yüksek olduğu için olabilir mi? Dolayısı ile hal böyle iken pişmanlık duyduğumuz durumlarda da daha katı ve acımasız oluyoruz

Elbette hatalarımız olabilir. Hepimiz insanız ve hatalar yapabiliriz. Kimin yok ki? Yaptığımız hatalar bizi tanımlamıyor. Hayat boyu deneyimlerimizle gelişip öğreniyoruz.  Hatalarımızdan ders çıkartıp olgunlaşıyoruz. Keşkelerimizden yapmamız ve yapmamamız gerekenleri öğreniyoruz. Keşke yerine “Ben bu deneyimden nasıl bir ders çıkardım?” “Bir daha ki seferde benzer durumla karşılaştığımda nasıl davranırım?” “Neyi yapmalıyım? “Neleri yapmamalıyım?” gibi soruları kendimize sormaya ne dersiniz?

 Geçmişi değiştirmek mümkün olmadığına göre ortaya çıkan sonucu kabul etmek ve o günün şartları dahilinde olduğunu hatırlamak gerekir. O zaman elimizden gelenin en iyisini yapmış olduğumuzu, elimizden daha iyi bir seçeneğin gelmediğini, gelemediğini fark edebiliriz.

Hatalar genelde tek başımıza yaptığımız şeyler değil! Koşullar, diğer insanlar ve o dönemin dinamikleri bu hataların oluşmasında çok etkili. Büyük resme bakmak, diğerlerinin rolünü ve kendi rolümüzü de görmek, pişmanlık duygumuzu biraz olsun hafifletebilir ve kendimizi affedebiliriz. Kendimizi affetmek derken; deneyimlerimizden bir ders çıkarmamak ya da bir daha olmaması için önlem almamak demek değil. Aksine kendimize daha insaflı yaklaşıp durumu açıklıkla gördüğümüzde yeni özgür kararlar almak daha kolay. Kendimizi zorlayarak, iteleyerek, acele ederek affediyormuş gibi davranarak olmuyor. Bunda gönüllü ve kararlı olmak gerekir.

Pişmanlığın; genel duygu halinin, hayata bakış açımızın ve gelişimimizin önüne geçmemesi için bu duygu ile temas etmemiz yani yüzleşmemiz gerekir. Bastırmaya çalışmadan, azımsamadan, benim böyle hissetmemem gerek demeden ve kendimizi incitmeden pişmanlık duygularımız ile iletişim kurabiliriz. Çünkü duyguları görmezden gelmenin bir işe yaramadığını biliyoruz. Eninde sonunda ve daha da güçlenerek ortaya çıkabiliyorlar. Her duygu gibi bu nahoş duygularda fark edilmek ve deneyimlenmek ister. Yani; gör, izle, yüzleş, kabul et ve özgür bırak.

Yaşananlara dair anılar ve pişmanlık hissi belirdiğinde kendimize şu soruları sorabiliriz.

 Bugün olduğun halinle o günkü deneyim sana nasıl görünüyor? Hatana rağmen kendine daha sevgi dolu davransan nasıl hissederdin? Nasıl biri olurdun? Kendine benzer durumda olan, benzer şekilde hisseden bir dostuna yaklaştığın gibi yaklaşsan bu sana nasıl gelirdi? Arkadaşına ne söylerdin? Ona nasıl bir tavsiye de bulunurdun?

Kendini sevmek istisnasız her koşulda kendine dostça yaklaşmayı kabul etmek demek. Belki o sert acımasız iç sesimizi her fark ettiğimizde tavrımızı biraz olsun yumuşatmak gerek. Deneyimlere biraz daha yumuşak baktıkça hayat daha olumlu ve sorunlar daha çözülebilir hale gelir. Bu sevgi alanında pişmanlıklar kabul ve çözüm bulabilir.

 Önemli olan bizim ve başkalarının hayatında geri dönüşü olmayan çok büyük derecede zarar verecek pişmanlıklarımız olmasın. Çünkü o zaman vicdanımızın sesini susturamayız.

Değerli bilim insanı ünlü psikolog Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nun “İyi Düşün Doğru Karar Ver” kitabından bir alıntı ile kendisini sevgi, saygı ve rahmetle anmak istiyorum. Kitabında; “Davranışlarımız temel bazı evrensel ilkelerle yönetilmektedir. Bu ilkeler ile ahenk içinde yaşamak olumlu, onlara ters düşen davranışlarda bulunmak olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Bunu değiştiremeyiz. Davranışı seçtiğimiz zaman, bu davranışın sonuçlarından sorumlu olmayı da seçmiş oluruz. Evvelden yapmış olduğumuz hatalar bizim ilgi çemberimize girer. Hatalarımızı geri çağırıp, onları değiştirme olanağımız yoktur. Hatanın hemen farkına varıp, nereden ve nasıl geldiğini iyice öğrenmek, bilmek istemek çok önemlidir. Bu tür gözlemlere temel olan hatalar, başarının temelini oluşturur.”

İyi veya kötü diye tanımladığımız her yaşantı, her deneyim kendimize yakınlaşmamıza vesile olur. Kulağa kabul etmesi ya da inanması zor gibi geliyor olabilir. Tabi ki hepimiz yaptığımız her şeyin bizim istediğimiz gibi sonuçlanmasını isteriz. Keşke diyorsak o zaman deneyimlerimizden bir ders çıkardığımızı ve daha başka alternatiflerimizin de olduğunu fark etmiş oluruz. “Kendini güçlendirmek isteyen kişi, hatasını görünce hemen kabul eder ve gerekeni yapar.” Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu.

Şuna kesinlikle inanmamız lazım ki; hissedilen en büyük acıların içinde dahi hep bir iyileşme ve gelişme potansiyeli vardır. Her sorun kendi içinde çözümüne dair ip uçlarını gizler. Yeter ki bu deneyimlere açık bir zihinle bakabilelim. Her şey bizim sandığımız gibi olmayabilir. Olanları gerçekte oldukları hali ile görebilmek bizi özgürleştirir. Zor deneyimleri geçmişte bırakırken deneyimin içinde saklı olan hediyeleri görmek ve keşfetmek gerekir.

Yargılar ve gerekçelere bağlı kalmak yerine, hatalarımızın sorumluluğunu almaya gönüllü olmak gerek.

Karışık duygular yaşayan küçük çocuğun neler hissettiğini yüzünden okumaya çalışır gibi ya da bilmediğiniz bir dili konuşan birinin mimiklerinden derdini anlamaya çalışır gibi kendi deneyimlerimize bakıp o anki halimizi anlamaya gönüllü olabilir miyiz?

                                         

Şimdi büyük resme dönüp tekrar bakmanız dileğimle mutlu kalın.

                                                                

                                  

                                                         

“KEŞKE” OLMASAYDI!

Bazen düşünüyorum da “keşke” kelimesi güzel bir renge, çiçeğe ya da güzel bir duyguya verilen bir isim olsaydı. Huzurlu hissettiren bir koku, bir ağaç ismi. Belki de bir şehir ya da ülke…Ama değil! Gözle görünemeyen, bir durumu anlatan olumsuz bir kelime bu. Diğer bir değişle “pişmanlık”

Pişmanlık; her insanın hissedebildiği bir duygu. Her birimiz küçüklüğümüzden beri bizimle olan bir inanç ve düşünce sistemine göre olayları değerlendirme eğilimindeyiz. Dolayısı ile yaşanan deneyimleri kendimize has bu pencereden görmeye neredeyse yapışığız. Bazen küçük pişmanlıklar bazen de aklımızdan çıkaramadığımız büyük pişmanlıklar yaşarız. Zaman zaman geçmişte yaşananlardan dolayı kendimizi sorumlu tutar, sonuçlarından veya kaçırdıklarımızdan dolayı kendimizi suçlama halinde buluruz. Aslında kendimizi sorumlu hissetmek olumlu ve istenen bir tavır.  Çünkü sorumluluk hissettiğimizde hayatın içindeki rolümüzün farkında olur ve buna göre yeni adımlar atabiliriz.  Öte yandan pişmanlık duygusuna takılı kalmak bakış açımızı sınırlar, mahcubiyet, öfke, suçluluk gibi duyguları yaşamamıza neden olur. Geçmişte yapılan ya da yapılmayan bir davranış, söylenen ya da söylenmeyen bir söz, verilen ya da verilmeyen bir tepki pişmanlıklarımıza sebep olabilir. “Keşke farklı davransaydım!” “Olayları daha iyi kontrol edebilseydim her şey daha iyi olurdu!” Hep benim eksikliklerim ve hatalarım yüzünden şu an bunlar böyle!” bu ve benzeri düşünce kalıpları hepimizin zihninde zaman zaman yankılanır.

Kendimizi yaptığımız veya yapamadığımız şeyler için yargılamak çoğu kez alışık olduğumuz bir tavır. Çoğumuzun kendi hatalarına karşı toleransı daha düşük. Bir başkasının kendisini iyi hissetmesi için göstermiş olduğumuz yaklaşımı kendimize gösteremiyoruz. Neden kendimize her zaman daha acımasız oluyoruz ki!  Kendimize yönelik standart ve beklentilerimiz diğer insanlara yönelik olanlardan daha yüksek olduğu için olabilir mi? Dolayısı ile hal böyle iken pişmanlık duyduğumuz durumlarda da daha katı ve acımasız oluyoruz

Elbette hatalarımız olabilir. Hepimiz insanız ve hatalar yapabiliriz. Kimin yok ki? Yaptığımız hatalar bizi tanımlamıyor. Hayat boyu deneyimlerimizle gelişip öğreniyoruz.  Hatalarımızdan ders çıkartıp olgunlaşıyoruz. Keşkelerimizden yapmamız ve yapmamamız gerekenleri öğreniyoruz. Keşke yerine “Ben bu deneyimden nasıl bir ders çıkardım?” “Bir daha ki seferde benzer durumla karşılaştığımda nasıl davranırım?” “Neyi yapmalıyım? “Neleri yapmamalıyım?” gibi soruları kendimize sormaya ne dersiniz?

 Geçmişi değiştirmek mümkün olmadığına göre ortaya çıkan sonucu kabul etmek ve o günün şartları dahilinde olduğunu hatırlamak gerekir. O zaman elimizden gelenin en iyisini yapmış olduğumuzu, elimizden daha iyi bir seçeneğin gelmediğini, gelemediğini fark edebiliriz.

Hatalar genelde tek başımıza yaptığımız şeyler değil! Koşullar, diğer insanlar ve o dönemin dinamikleri bu hataların oluşmasında çok etkili. Büyük resme bakmak, diğerlerinin rolünü ve kendi rolümüzü de görmek, pişmanlık duygumuzu biraz olsun hafifletebilir ve kendimizi affedebiliriz. Kendimizi affetmek derken; deneyimlerimizden bir ders çıkarmamak ya da bir daha olmaması için önlem almamak demek değil. Aksine kendimize daha insaflı yaklaşıp durumu açıklıkla gördüğümüzde yeni özgür kararlar almak daha kolay. Kendimizi zorlayarak, iteleyerek, acele ederek affediyormuş gibi davranarak olmuyor. Bunda gönüllü ve kararlı olmak gerekir.

Pişmanlığın; genel duygu halinin, hayata bakış açımızın ve gelişimimizin önüne geçmemesi için bu duygu ile temas etmemiz yani yüzleşmemiz gerekir. Bastırmaya çalışmadan, azımsamadan, benim böyle hissetmemem gerek demeden ve kendimizi incitmeden pişmanlık duygularımız ile iletişim kurabiliriz. Çünkü duyguları görmezden gelmenin bir işe yaramadığını biliyoruz. Eninde sonunda ve daha da güçlenerek ortaya çıkabiliyorlar. Her duygu gibi bu nahoş duygularda fark edilmek ve deneyimlenmek ister. Yani; gör, izle, yüzleş, kabul et ve özgür bırak.

Yaşananlara dair anılar ve pişmanlık hissi belirdiğinde kendimize şu soruları sorabiliriz.

 Bugün olduğun halinle o günkü deneyim sana nasıl görünüyor? Hatana rağmen kendine daha sevgi dolu davransan nasıl hissederdin? Nasıl biri olurdun? Kendine benzer durumda olan, benzer şekilde hisseden bir dostuna yaklaştığın gibi yaklaşsan bu sana nasıl gelirdi? Arkadaşına ne söylerdin? Ona nasıl bir tavsiye de bulunurdun?

Kendini sevmek istisnasız her koşulda kendine dostça yaklaşmayı kabul etmek demek. Belki o sert acımasız iç sesimizi her fark ettiğimizde tavrımızı biraz olsun yumuşatmak gerek. Deneyimlere biraz daha yumuşak baktıkça hayat daha olumlu ve sorunlar daha çözülebilir hale gelir. Bu sevgi alanında pişmanlıklar kabul ve çözüm bulabilir.

 Önemli olan bizim ve başkalarının hayatında geri dönüşü olmayan çok büyük derecede zarar verecek pişmanlıklarımız olmasın. Çünkü o zaman vicdanımızın sesini susturamayız.

Değerli bilim insanı ünlü psikolog Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nun “İyi Düşün Doğru Karar Ver” kitabından bir alıntı ile kendisini sevgi, saygı ve rahmetle anmak istiyorum. Kitabında; “Davranışlarımız temel bazı evrensel ilkelerle yönetilmektedir. Bu ilkeler ile ahenk içinde yaşamak olumlu, onlara ters düşen davranışlarda bulunmak olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Bunu değiştiremeyiz. Davranışı seçtiğimiz zaman, bu davranışın sonuçlarından sorumlu olmayı da seçmiş oluruz. Evvelden yapmış olduğumuz hatalar bizim ilgi çemberimize girer. Hatalarımızı geri çağırıp, onları değiştirme olanağımız yoktur. Hatanın hemen farkına varıp, nereden ve nasıl geldiğini iyice öğrenmek, bilmek istemek çok önemlidir. Bu tür gözlemlere temel olan hatalar, başarının temelini oluşturur.”

İyi veya kötü diye tanımladığımız her yaşantı, her deneyim kendimize yakınlaşmamıza vesile olur. Kulağa kabul etmesi ya da inanması zor gibi geliyor olabilir. Tabi ki hepimiz yaptığımız her şeyin bizim istediğimiz gibi sonuçlanmasını isteriz. Keşke diyorsak o zaman deneyimlerimizden bir ders çıkardığımızı ve daha başka alternatiflerimizin de olduğunu fark etmiş oluruz. “Kendini güçlendirmek isteyen kişi, hatasını görünce hemen kabul eder ve gerekeni yapar.” Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu.

Şuna kesinlikle inanmamız lazım ki; hissedilen en büyük acıların içinde dahi hep bir iyileşme ve gelişme potansiyeli vardır. Her sorun kendi içinde çözümüne dair ip uçlarını gizler. Yeter ki bu deneyimlere açık bir zihinle bakabilelim. Her şey bizim sandığımız gibi olmayabilir. Olanları gerçekte oldukları hali ile görebilmek bizi özgürleştirir. Zor deneyimleri geçmişte bırakırken deneyimin içinde saklı olan hediyeleri görmek ve keşfetmek gerekir.

Yargılar ve gerekçelere bağlı kalmak yerine, hatalarımızın sorumluluğunu almaya gönüllü olmak gerek.

Karışık duygular yaşayan küçük çocuğun neler hissettiğini yüzünden okumaya çalışır gibi ya da bilmediğiniz bir dili konuşan birinin mimiklerinden derdini anlamaya çalışır gibi kendi deneyimlerimize bakıp o anki halimizi anlamaya gönüllü olabilir miyiz?

                                         

Şimdi büyük resme dönüp tekrar bakmanız dileğimle mutlu kalın.