Tosuner, kendine özgü diliyle kendi yazınsal evrenini oluşturmuş; biçemi, dili, anlattıklarıyla özgün kalabilmiş bir yazar.
“Korkağın Türküsü” kitabında “roman olan bitenin üstüne yazılmış bir metin değildir” anlayışıyla içinden geçenleri, süslü metaforlarla bezeyerek çok özel bir kişi fotoğrafı sunuyor okuruna. Toplumda aradığı yüzleşme ve sorgulama erdemi nedeniyle içinde hesaplaşma isteği taşıyan, sürekli kendisiyle didişen birini görüyoruz satırlar aralarında. Sıradan görünen ayrıntılarla, ısrarla ve cesaretle sürekli bir hesaplaşmanın içinde tutmakta kendini.
***
Izdırapla geçen çocukluğundaki ağrılarını, aylarca hiç kalkmadan yattığı alçı yatağını, ilk gençlik yıllarında sürekli içinde bulunduğu sorgulamalarını, yalnızlığını, giriştiği yazı yazma gibi boyundan büyük işleri geride bırakıp 1973’te Almanya’ya gitmiş. Kendi deyimiyle, Almanya’ya gitmemiş o, Türkiye’den gitmiş.
Umutsuzluktan umut yaratmayı öğrenmiş Almanya’da. Orada yaşadıklarını önceden biçimlendirmediği bir roman kurgusuna dönüştürmüş ve 1975’te ülkeye döndüğünde koltuğunun altında ilk romanını taşımaktaymış. 1977’de babasının oluruyla bir evi sermayeye dönüştürerek kurduğu Derinlik Yayınları arasında yayımlamış ilk romanını.
Kitabıyla TDK ödülünü de almış.
***
Yazar yaşananların, kişilerin yanı başında, onlarla birlikte yaşar, olay örgüsünü birlikte kurgular, gündelik yaşamın küçük gibi görünen büyük değişimlerini dile getirir. Dış dünyanın etkileriyle, karanlıklarıyla kendi iç dünyasını, acılarını, çırpınışlarını birleştirir.
“Korkağın Türküsü”, yazarın dış dünyanın içinde yer aldığı, tematik açıdan birbirini tamamlayan, üç romanın oluşturduğu dönemin sonuncusudur.
“Kasırganın Gözü”nde yazılan ve yaşananlardan duyduğu sıkıntı ve umutsuzlukla hemhal, yeri gelince yumruk yemişlik sarsıntısıyla diklenebilen balkondaki adamın yüreğinde taşıdığı umudu fark edilir. “Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı” adlı kitabında yapılması gerekene kalkışmaya cesareti olmayan, susan değil susmak zorunda kalan, düşünen, çözüm için kendisiyle cebelleşen biri vardır. Kitabın “ben korkağım” diye bitmesi üçüncünün habercisidir. “Korkağın Türküsü” her ne kadar ‘artık söyleyecek sözünün olmadığını’ söyleyerek bitse de daha umutlu bir atmosfer barındırır. Taşlı yollarda eski günlerin gerçeğine dönmek istese de sokağın direncine göz kırpmaktadır. Anlatma çırpınışının karşılık bulma olasılığı doğmuş gibidir.
***
Hikâye anlatmıyor Tosuner; kendisiyle kavgalı, dış dünyaya öfkeli, karamsar ve bunalımlı bir bireyin iç monologları ve bilinç akışıyla, zaman zaman tarih içinde gidip gelerek 21. yüzyıl Türkiye’sine bakıyor.
Hayatın içinden rastgele bir “an”ı seçiyor; bazen gece karanlığının, bazen yağmurun, bazen güneşin, bazen bir haberin çağrışımıyla yola çıkıyor.
Çağrışımlar imge yüklü; az sözcükle çok şey anlatan; okurda yeni çağrışımlar, yeni algılar yaratacak türden imgeler. Başlangıçta sadece anlatıcıda karşılığı olan imgeler, sayfalar ilerledikçe okuyucuda da karşılık bulmaya başlıyor. İşte o zaman anlatıcının gördükleri okuyucunun gördüklerine, anlatıcının algıları okuyucunun algılarına, sonuçta anlatıcının duyguları okuyucunun duygularına karışıyor.
Ama hiçbir şekilde arınma ve rahatlama sağlamayan, tersine yeni bir sorgulamanın, bir yüzleşmenin kapılarını zorluyor.
***
Duygularla düşünceler arasındaki bağlantıları imgelerle dokuyan Tosuner, böylesi bir anlatımla bireyin duygu ve düşünce dünyasını kuşatıyor. Söz konusu öfke, umutsuzluk ve bunalım kişisel bir maraz olmaktan çıkıp toplumsal bir derinlik kazanıyor.
Yazar, üçleme boyunca dinmeyen hesaplaşma, öfke ve karamsarlığı aydınlatma vazifesini dile, dilin parıltısına yüklemiş. Doğrusal bir dil kurgusuyla ifade edilmesi zor olan duygu ve düşünceleri yakalamak için şiir diline yaklaşıyor. Özenle seçilmiş sözcüklerle, tekrarlarla, yarım bırakılmış cümleleriyle, kesik kesik anlatımıyla duygu ve düşüncelerin vurgusunu güçlendiriyor.
Roman, öykü, deneme, şiir denebilecek, her türe dâhil edilebilecek bir kitap.
Oldukça yalın bir dille ve içten yazmış olduğu, “Korkağın Türküsü” kitabını elinize aldığınızda bir kurgu, bir kahraman aramayın; sadece yalnız bir adamın yükselen iç seslerini ve serzenişlerini dinleyin.
***
Bu yoksul ülkenin varlığı yetmeyince hepsine,
çok kalmadı, birbirlerine düştüler… düşecekler!
Hele dindarlığı hiç bırakmayacaklar başkasına,
başladı… başlayacak kim daha dindar kavgası! (s.181)