ÖNDER BALOĞLU – KENAN ŞANLIER

            Sene 1984.

            İstikbal Gazetesi’nde, gazetecilik mesleğine ilk adım attığım sene.

            Eskişehir’de, genç muhabirlerin yakından takip ettiği deneyimli gazeteciler vardı.

Köşe yazarı Önder Baloğlu, önde gelen örnek gazetecilerdendi. Eskişehir basınının Gönül’ü, sevgili Gönül Öktem’in, deyimiyle akvaryumdaki gazeteci, Önder Baloğlu.

Bir diğeri ise boynuna taktığı fotoğraf makinasıyla amatör bir heyecanla sahada haber kovalayan, haberin özünü ustalıkla ortaya çıkartan, Hürriyet’in büro şefi Kenan Şanlıer.

            İki saygın gazeteci dostumuzu, meslektaşımızı Kasım ayında yitirdik.

            Bir 9 Kasım günü Önder Baloğlu’nu.

            28 Kasım günü Kenan Şanlıer’i.

Her ikisinin de doğal olarak kişilik farklılıkları, mesleğe ve yaşama farklı pencerelerden bakışları vardı, baktığınızda birbirini tamamlayan ilkeleri aynıydı ve hiç değişmedi.

İkisi de gerçek anlamda abilerimizdi. Çünkü abilik yapmaktan hiçbir zaman geri durmadılar.

Bir şeyi öğretme çabası gösterirlerken bile en ufak ayrıntıyı seçerek kullanır, bilgisizliğimizi yüzümüze vurmadan, bildiğimiz bir konuyu farklı yönüyle ele alır gibi anlatırlardı.

Bir yerde tıkandığımda, kişisel sorunların bunalttığı günlerde sır saklayacağına sonsuz güven duyduğum Önder Abim, vardı.

İki kadehin eşlik ettiği sohbeti saatlere yayan, entelektüel birikimi ile düşünce iklimimize katkı sunan Kenan Şanlıer’di.

TRT İstanbul televizyonunda görev yaptığım yıllarda, kendisinin de yaşamdaki son yıllarında telefon açar, hafta sonu önemli bir işim olup olmadığı sorar ardından her Eskişehirlinin bildiği, “Anastra, oynayacağız, gel,” deyip kapatırdı telefonu. Önder Baloğlu’nu, Önder Abi’mi gücendirmek olur mu? Olmuyordu zaten, ertesi gün trene binip Eskişehir Garı’na geldiğimde, nedense sevinç duyardım, önemli bir görevi yerine getirmiş olmanın huzuruyla.

Adalarda buluşurduk, saygıdeğer bir başka abimiz Amigo Orhan ve diğer dostlarla birlikte sohbetin ardından, “Yürü,” derdi. Bu sözün ne anlama geldiğini bilirdim, sinemaya gideceğiz, demekti.

Yolda giderken filmin ana temasını, oyuncuların karakterlerini, başarılarını, filmden çıkardığı özü öylesine duru biçimde anlatırdı ki, filmi izlemek için bir kat daha istek uyandırırdı.

Bir gün sormuştu, Sen de eskidin gazetecilikte, nasıl görüyorsun,” diye. Verdiğim yanıta zaman zaman gazetedeki köşe yazılarında yer verirdi.

6 Haziran 2014 tarihli Anadolu Gazetesi’ndeki köşesindeki satırlarda olduğu gibi:

Gazeteci arkadaşımız "Mustafa Metin’in de, sık sık dile getirdiği "gazeteci" tanımıdır :
-İki tür gazeteci vardır :
"Her devrin gazetecisi olmak..."
Ve de…
"Her devirde gazeteci kalabilmek..."

            Önder Abimiz de, Kenan Abimiz de her devirde gazeteci kaldılar ve gazeteci olarak vedalaştılar yaşamla.

            Her ikisini de özlemle anıyorum.

            Işıklar içinde olsunlar.

            Önder Abimizi, bir 10 Kasım günü uğurlamıştık sonsuzluğa.

            Bir ülkeye, bir ulusa en çok muhtaç olduğu bir tarihte önderlik yapmış; tarihin görüp görebileceği en ayrıcalıklı devlet adamı, büyük önder Mustafa Kemal’in, açtığı aydınlık çağda buluştuk, yitip giden değerlerimizle ve de hayatta kalanlarla.

            Mustafa Kemal Atatürk’ü, sonsuz saygı ve özlemle anıyorum.