Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Levent Şentürk, pandeminin insanları mekânlarla bağını kopma noktasına getirdiğini, toplumsal yaşamın her an askıya alınabilir bir şey olduğu düşüncesinin yerleşmesine sebebiyet verdiğini, bunun da insan ilişkilerinde tahribat oluşturduğunu söyledi.
Prof. Dr. Şentürk, pandeminin insanların mekânlarla ilişkilerinin etkileri konusunda bir değerlendirme yaptı. “Beşeri ilişkiler zoomlaşmaya başladı ve bunun sonucunda da yerkürenin kocaman bir insanat bahçesine dönüştüğünü gördük” diyen Prof. Dr. Şentürk, mekânın vakit geçirilecek değil, hızla terk edilmesi gereken bir şey olarak algılanmaya başladığını ifade etti. Yüz yüze entelektüel alışverişlerde gözle görülür bir azalma ve keyif kaçıklığı gözlemlediğini kaydeden Prof. Dr. Şentürk, vakit geçirdiğimiz yerlerle her zaman olduğundan daha güçlü ilişkiler kurmaya ihtiyacımızın olduğu bir dönemde yaşadığımızın altını çizerek şöyle devam etti: “Yaşadığımız yerleri, mekânları yeniden ayağa kaldırmamız gerekiyor. Teknoloji sayesinde ötelerdeki birçok yere erişebiliyor olsak da bedensel var oluşumuzun yerle olan ilişkisi devam ediyor. Yerleri kendimizin kılmak kendi parçamız haline getirmek bana her zaman önemli görünmüştür. Kendimizin kılmak dediğim şey de yalnızca bir yerde uzun zaman geçirmekle sınırlı bir şey değil, hatta tam tersine bir yerde ne kadar fazla zaman geçiriyorsak orayı daha fazla kanıksıyoruz, orayı normalleştiriyoruz ve oraya olan müdahale arzumuzu gitgide kaybediyoruz, fizikselliği mevcut bir veri ve koşul olarak alıyoruz. Direncimizi, esenliğimizi ve yaşam gücümüzü artırmakla ilgili bu müdahale arzusu. İçinde yaşadığımız çağ mekâna müdahale hakkını daha çok evimizi dekore etmekle sınırlayıp çerçevelendiriyor. Oysa mekânın toplumsal olduğunu, ortaklaşa olduğunu ve ortaklaşa mekânları da kendimizin kılmaya ihtiyacımızın olduğunu hatırlamamız gerek. Mekâna sadece kendim için değil başkaları için ve onların da esenliğini yükseltecek şekilde müdahale edebilmeliyim. Bu kendi başına anlamlı görünmeyebilir ama toplumsal ilişkilerimizin sahiciliğini, kendiliğindenliğini artırabilecek bir şey. Öz saygı ve güven gibi duyguları da artırabilir mekâna iyimser yöndeki müdahaleler. Ama bunu naif ve küçük bir ölçekte yapmaktan bahsetmiyorum. Devamlı yeni deneyimler keşfeden ve yaşama gücünü böyle böyle yükselten bir mekâna müdahaleden bahsediyorum. İnsanların bir gücün zoruyla değil de karşı koyamadıkları içeriden bir itkiyle harekete geçtikleri bir eylemden bahsediyorum. Kısacası mekânlarla ilişkimizi gözden geçirmekte fayda var.”