Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA) Genel Başkanı Deniz Ataç, Haberes Dergisi’nin 50’nci sayısına konuk oldu.
Genel Yayın Yönetmenimiz Ayhan Aydıner’e çarpıcı açıklamalarda bulunan Ataç; “Milyonlarca tonluk kimyasal maden atığının da Kaymaz’da biriktirilmesi planlanıyor. Eskişehir’i ne yazık ki büyük bir maden çöplüğüne çevirecek bir projeden bahsediyorum” dedi.
TEMA Vakfı’nın kuruluş hikâyesini anlatır mısınız? TEMA Vakfı’nın amaç ve hedefleri nelerdir?
"Çevre" kavramı, dünya literatürüne ilk kez 1972 Stockholm Konferansı ile girdi. Ancak, bugün anladığımız "çevre" ve "sürdürülebilirlik" kavramlarının hayatımıza girişi 1992 yılında, Rio de Janeiro’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı ile oldu. O yıllarda Türkiye’de erozyon ve çölleşme ile mücadele acilen müdahale edilmesi gereken konular haline gelmişti. Bu nedenle dünyada henüz çok yeni olan bu kavramlar üzerinde harekete geçilmesi gerektiğini fark eden vizyoner liderlerimiz Hayrettin Karaca ve A. Nihat Gökyiğit, konferansın hemen ardından, 11 Eylül 1992’de TEMA Vakfı’nı kurdular. Doğal varlıkları koruma çalışmalarını Türkiye’ye kazandırmak ve bu alanda sistemli bir yapı oluşturmak için ellerini taşın altına koydular. İki doğasever kurucumuz; Toprak Dedemiz Hayrettin Karaca ve Yaprak Dedemiz A. Nihat Gökyiğit, toplumun bu konuda duyarlılığını artırmak ve toprak başta olmak üzere su, hava, orman ve biyolojik çeşitlilik gibi tüm doğal varlıklarımızı korumak için büyük bir azimle çalışmaya başladılar.
Hedefleri; topraklarımızı tehdit eden erozyon ve çölleşme ile mücadele etmek, toprağa koruyarak çözümler üretmek, ağaçlandırma yapmak, doğal varlıkları korumak ve bu mücadelenin devlet politikası haline gelmesini sağlamaktı. Bu hedeflere ulaşmak için halkımıza ve karar vericilere erozyonun kader olmadığını, topraklarımızı koruyarak ve ağaçlandırma yaparak erozyonla mücadele edilebileceğini anlatmaya başladılar. Doğal varlıkların korunmasında verilecek mücadelenin bir halk hareketi olmasını amaçlayarak bu mücadelenin kalbinde yer alacak gönüllülere ulaşmaya öncelik verdiler.
Bizler de Türkiye’de çevre bilincinin artması ve başta toprak olmak üzere tüm doğal varlıkların korunması konusunda çalışmalarımıza devam ediyoruz. Bugün Türkiye’de akla ilk gelen ve öncü bir sivil toplum kuruluşlarından biri olmanın gururunu yaşıyoruz.
TEMA Vakfı’nın kurulmasından beri geçen 32 yılda Türkiye’de doğayı ve doğal varlıkları korumak adına neler yapıldı?
TEMA Vakfı olarak Türkiye'de çevre bilincinin artırılması ve doğal varlıkların korunması adına 32 yıldır büyük bir özveriyle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu çalışmaları şöyle özetleyebiliriz:
· Türkiye’de Mera ve Toprak yasaları çıktı.
· Bugün Türkiye’nin 81 ilinde TEMA Vakfı bağışçıları sayesinde oluşturulan en az bir orman bulunuyor.
· Ağaçlandırma çalışmalarımız kapsamında 1992’den bugüne kadar 46 bin futbol sahası büyüklüğünde bir alanda yaklaşık 39,5 milyon fidan, 22 bin futbol sahası büyüklüğü alanda 700 milyon meşe palamudu toprakla buluştu.
· Doğa eğitimi ve farkındalık çalışmaları ile 6,5 milyondan fazla çocuğa ulaştık. Eğitim ve öğretimin tüm kademelerine yönelik doğa eğitimi programları geliştirdik ve milyonlarca çocuk ile yüz binlerce yetişkini ekolojik okuryazarlık kavramıyla tanıştırmış olduk. 30 yıl önce TEMA Vakfı’ndan doğa eğitimi alan ve bugün gönüllümüz, bağışçımız veya destekçimiz olan milyonlarca çocuk bulunuyor.
· Bizler, gönüllülüğün iyileştirici ve birleştirici gücüne her zaman inandık. Bu yüzden TEMA Vakfı gönüllüleri, Vakfın ülke genelinde yürüttüğü faaliyetlerin kalbinde yer alıyor. Bugüne kadar sürdürdüğümüz tüm çalışmalar dayanışma ruhu içerisinde, gönüllülerimizin üstün gayretleri sayesinde gerçekleşti. Bugün, 1.100.000’i aşkın gönüllümüz ile "evimiz olan doğayı" korumaya devam ediyoruz. Ayrıca 81 İl Temsilciliğimiz, 285 İlçe Sorumluluğumuz, 78 Mahalle Sorumluluğumuz ve 145 üniversitedeki Genç TEMA topluluğumuz olmak üzere toplam 589 noktada çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
· Bugüne kadar 395 ağaçlandırma, koruma ve kırsal kalkınma projesi gerçekleştirdik.
· Çevre seminerleri, eğitim programları ve projeleri ile eğitim portalları aracılığıyla 261 binden fazla öğretmene ve 35 bini aşkın kamu görevlisine ulaşıldı.
· Doğal varlıkları korumak için attığımız her adımın, yaptığımız her itirazın altında doğa yararına bilimsel nedenler var. Bugüne kadar doğal varlıkları korumak için açtığımız veya müdahil olduğumuz 310 idari davanın 186'sı lehimize sonuçlandı. Temyiz ve karar düzeltme aşamasında olan davalarımız ise devam ediyor.
· Çevre ile ilgili 100’e yakın kitabı kamuoyuna kazandırdık.
Aynı zamanda TEMA Vakfı, 2012 yılında Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sekretaryası (UNCCD) tarafından verilen “Yaşam İçin Toprak/Land for Life Ödülü”nü aldı. Bugün, Türkiye’yi Avrupa Çevre Bürosu, DRYnet ve UNCCD Sivil Toplum Paneli gibi önemli kurumların yönetimlerinde temsil etmenin onurunu yaşıyoruz.
Türkiye, toprak ve ormanlarını yeterince koruyabiliyor mu?
Türkiye'nin toprak ve ormanlarını koruma çabalarını değerlendirmek için birçok faktörü göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Orman alanlarının durumu, erozyon kontrolü, yangın önleme ve müdahale yetenekleri, yasa ve düzenlemelerin etkinliği gibi faktörler bu konuda büyük önem taşıyor.
Toprak, biyolojik çeşitliliğe ev sahipliği yapan en temel doğal varlığımız. Gıdamızın %95’i topraktan geliyor. Ancak verimli tarım arazileri; artan kentleşme ve sanayileşme sebebiyle beton ve asfaltla her geçen gün daha fazla örtülüyor. Ne yazık ki hala verimliliği yüksek ve sulanabilir tarım arazileri üzerinde organize sanayi bölgeleri kurulmak isteniyor. 1992 yılından günümüze kadar tarım topraklarımızın %16’sını tarım dışı kullanım sebebiyle kaybettik. Bunun yanında erozyon sebebiyle de topraklarımızın en verimli üst tabakası her geçen gün yok oluyor. Tarım topraklarımızın %39’unda, meraların ise %54’ünde erozyon görülüyor. Ülkemizde her yıl 642 milyon ton toprak erozyona uğrarken her 16 yılda toprağımızın 1 santimlik üst tabakasını erozyon sebebiyle kaybediyoruz. Oysa 1 cm toprağın oluşması için yaklaşık 500 yıl gibi bir süre gerekiyor.
Diğer yandan, Türkiye’nin arazi varlığının %78,7’si yüksek ve orta çölleşme riski altında bulunuyor. Ne yazık ki mera ıslah çalışmaları yetersiz kalıyor; meraların yaklaşık %70’i bozuk vasıfta yer alıyor.
Gıda üretiminin giderek daha fazla önem kazandığı dünyamızda, toprak sağlığının ve üretkenliğinin korunması için tarım arazilerinde çiftçilerimizin erozyona karşı alabilecekleri önlemler hakkında bilgilendirilmeleri, erozyon kontrol çalışmaları yapmaya teşvik edilmeleri, erozyonla bozuluma uğramış tarım topraklarında ve meralarda yenileme çalışmalarının yapılması gerekiyor.
Orman varlığı açısından baktığımızda, Türkiye dünyada orman varlığını artıran sayılı ülkeler arasında yer alıyor. 2022 yılı itibarıyla ülke yüzölçümünün yaklaşık %30’unu ormanlar oluşturuyor. (23,2 milyon hektar) Ancak, bu artışa rağmen 2012-2022 yılları arasında ormanlarımıza madencilik, enerji ve diğer kullanımlar için verilen izinlerin miktarı 410 bin hektarı geçmiş durumda.
Tüm bunların yanında, ülkemizde son yıllarda büyük orman yangınları yaşadık. 2021 yazında yaşanan ve afet boyutuna dönüşen orman yangınlarında 133 bin hektar ormanı, binlerce hektar tarım alanını ve milyonlarca orman canlısını kaybettik. Son 25 yılda ülkemizde çıkan orman yangınlarının %88’inin insan kaynaklı olması ve bu yangınlar sebebiyle tahrip olan orman alanlarının %99 oranında olması, yangınlarda insan kaynaklı tahribatın etkisinin ne kadar büyük olduğunu açıkça gösteriyor.
Ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası, iklim değişikliğine karşı en kırılgan coğrafyalardan biri. Orman varlıklarımızın %60’ı ise yangın riskinin en yüksek olduğu yerlerde yer alıyor. Bu durum, ülkemiz için hayati öneme sahip ormanların korunması adına yangınlara karşı çok dikkatli olmamız gerektiğini göstermektedir. Kaybettiğimiz ve tükettiğimiz orman varlığımızı artırmak ve korumak büyük önem taşıyor.
Özetle, insan faaliyetlerinin neden olduğu ekolojik tahribatlar ve küresel iklim krizinin artan etkileri nedeniyle topraklarımız, ormanlarımız ve tüm canlıların yaşam alanları ciddi bir tehdit altında. Türkiye, toprak ve ormanlarını koruma konusunda önemli adımlar atmaktadır, ancak doğal varlıklarımızı koruma mücadelesinde karşılaştığımız zorluklar ve eksiklikler de oldukça fazla. Daha etkili yasal düzenlemeler, kamu bilincinin artırılması ve koruma projelerinin genişletilmesiyle ülkemizin doğal varlıklarını koruma çabalarını hep birlikte desteklemeliyiz. Unutmamalıyız, bu herkesin sorumluluğu.
Ormanlık ve korunması gereken alanlarda maden izinleri veriliyor. Türkiye’ni bunların oranı nedir? Ormanlarımız, verimli topraklarımız ve sularımız talan mı ediliyor?
Türkiye, orman varlığını artıran ender ülkelerden biri olmasına rağmen, orman mevzuatında maden, enerji ve turizm gibi sektörlere kullanım alanı için verilen izinler ormanlarımızı ve koruma alanlarımızı tehdit ediyor.
2012-2022 yılları arasında verilen izinler 400 bin hektarı (533 bin futbol sahası) aşarken, sadece maden izni verilen alanların büyüklüğü 110 bin hektara (146 bin futbol sahası) ulaşmıştır. Vakfımızın 29 ilde yaptığı haritalandırma çalışmalarına göre, bu illerin toplam yüzölçümünün %67'sinin ve orman alanlarının %65’inin IV. Grup metalik madenciliğe (altın, gümüş, bakır) ruhsatlandırıldığını tespit ettik. İklim, biyolojik çeşitlilik ve su varlıkları için hayati öneme sahip olan ormanları koruyan politikaların hayata geçirilmesi gereği tartışmasızdır. Ayrıca madencilik faaliyetleri, yer altı ve yüzey sularını kirleten, suya ağır metaller ve radyoaktif maddeler karışmasına yol açan ciddi bir tehdittir. Bir yandan iklim krizi su varlıklarımızın azalmasına neden olurken, diğer yandan mevcut temiz su varlıklarının madencilik faaliyetleri nedeniyle zarar görmesi ve yok olması, tüm canlıların en temel yaşam kaynaklarından birini kaybetmesi anlamına gelmektedir.
Maalesef bugün, Erzincan (İliç) gibi, Uşak gibi illerimizde yapılan faaliyetler madencilik değil, tamamen açık havada kimya fabrikası işletmeye eşdeğerdir. Topoğrafyası ve iklim çeşitliliği ile Dünya’daki önemli ülkelerden biri olan Türkiye’nin her karış toprağı, ağacı, biyolojik çeşitliliği kısacası tüm doğal varlıkları bizim için son derece kıymetlidir. Ancak, ne yazık ki uygarlığın beşiği topraklarımızı her geçen gün, madencilik faaliyetlerindeki patlatmalar, kimyasal kullanımı, su tüketimi, arazi tahribatı başta olmak üzere birçok olumsuz işlemle kaybediyoruz. Bu durum, ülkemizin topraklarının, ormanlarının ve meralarının çok ciddi risk altında olduğunu açıkça gözler önüne seriyor.
Bu riskleri ortadan kaldırmanın, ekosistemi korumanın ve yaşamın sürdürülebilirliğini sağlamanın tek bir yolu var; maden yapılamayacak yerleri belirlemek ve kanunla koruma altına almak. Bu sebeple tüm yetkilileri bu konuda yasal düzenlemeleri yapmak için harekete geçmeye davet ediyoruz.
Türkiye’yi yönetenlerden nasıl bir maden politikası yürütmesini tavsiye edersiniz?
Türkiye, biyolojik çeşitlilik açısından da zengin ve benzersiz bir ülke konumunda. Avrupa-Sibirya, Akdeniz ve İran-Turan biyocoğrafik bölgelerine ev sahipliği yapması, Türkiye'yi adeta küçük bir kıta gibi biyolojik çeşitlilikle donatmaktadır. Ancak, bu zenginlik büyüme odaklı kalkınma politikaları, arazi tahribatı ve iklim değişikliği gibi nedenlerle tehdit altındadır. Bu tehditlerin başında, ekosistemlerde derin yaralar açan ve tür kayıplarına yol açan kömür ve metalik madencilik faaliyetleri gelmektedir. Bu nedenle üst yönetimlerden TEMA Vakfı olarak aşağıdaki maden politikalarını benimsemelerini tavsiye ve talep ediyoruz:
· Biyolojik Çeşitliliğin Korunması: Türkiye'nin biyolojik çeşitliliği; insan sağlığı, ekonomik refah ve gıda güvenliği açısından kritik öneme sahiptir. Madencilik faaliyetlerinin biyolojik çeşitliliğe zarar vermemesi için doğal alanlar, tarım arazileri ve içme suyu havzaları gibi hassas bölgelerde madencilik yasaklanmalıdır.
· Madenciliğe Kapalı Alanlar (No-Go Zones) Oluşturma: Dünya Miras Komitesi ve çeşitli uluslararası kuruluşların önerdiği gibi, tarihi ve doğal alanları madencilik faaliyetlerinden korumak için 'Madenciliğe Kapalı Alanlar' oluşturulmalıdır. Bu alanlar, tüm canlıların sağlıklı yaşam hakkına saygılı, ekolojik ve ekonomik olarak sürdürülebilir olmalı, adil ve eşit bir yaşam için korunmalıdır.
· Kanunların Güçlendirilmesi: Türkiye'deki mevcut yasalar, birçok korunan alanın madencilik faaliyetlerinden tam olarak korunmasını sağlamamaktadır. Bu nedenle orman alanları, korunan alanlar (milli park, tabiat parkı, yaban hayatı geliştirme sahaları gibi), tarım arazileri, içme suyu havzaları, sulak alanlar ve kıyı alanlarının madencilik faaliyetlerinden korunmasını sağlayacak yasalar çıkarılmalıdır.
· Şeffaflık ve Halkın Katılımı: Madencilik faaliyetleri ile ilgili karar alma süreçlerinde şeffaflık sağlanmalı ve halkın katılımı teşvik edilmelidir. Bu süreçlerde bilimsel veriler dikkate alınmalı ve ekosistemlerin korunması ön planda tutulmalıdır.
· Geri Dönüşüm ve Sürdürülebilir Kaynak Yönetimi: Madencilik faaliyetlerinin çevresel etkilerini azaltmak için geri dönüşüm ve sürdürülebilir kaynak yönetimi teşvik edilmelidir. Elektronik atıklar gibi değerli ham maddeleri içeren atıkların geri dönüştürülmesi, doğal varlıkların korunmasına katkı sağlayacaktır.
· İklim Krizine Duyarlı Politikalar: Türkiye, iklim krizinin etkilerini yoğun bir şekilde hissedecek ülkeler arasındadır. Bu nedenle maden politikaları acilen iklim değişikliği ile mücadeleye uyumlu hale getirilmelidir.
· Uluslararası Standartlar ve İş Birliği: Uluslararası standartlar ve iyi uygulama örnekleri takip edilmeli ve bu standartlara uygun politikalar geliştirilmelidir. Avrupa Birliği'nin "Yeşil Mutabakat" gibi çevre koruma politikalarına uyum sağlanmalı ve uluslararası iş birliği artırılmalıdır.
Sonuç olarak Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğini, doğal varlıklarını ve insan sağlığını korumak için yukarıda belirtilen önerilerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Bilimsel veriler ışığında planlanan ve şeffaf bir şekilde yürütülen bir maden politikasına ihtiyacımız var. Doğal alanlarımızı, tarımsal üretimimizi ve kültürel mirasımızı koruyarak gelecek nesillere yaşanabilir bir ülke bırakmalıyız.
TEMA Vakfı olarak çocukları ve gençleri doğaya karşı bilinçlendirmek için yaptığınız çalışmaları anlatır mısınız?
Öncelikle çocukların doğayla kurdukları ilişki ve doğada öğrendikleri; onların doğayı gözeten ve savunan genç yetişkinler olmalarını sağlar. Çocukluğumuzda doğa ile geliştirdiğimiz ilişki, öğrendiğimiz, deneyimlediğimiz her şey, aslında yetişkin olduğumuzda bize rehberlik eder ve doğayı gözeten davranışlar edinmemizde yol gösterir. Bu nedenle çocukların çok erken yaşlarda bir parçası oldukları doğaya dair farkındalık kazanmaları ve doğayı sevmeleri çok önemli. Bu amaçla tüm okul kademeleri için Millî Eğitim Bakanlığı iş birliği ile geliştirdiğimiz Doğa Eğitim Programlarımız ve Eğitim Projelerimiz, en önemli çalışmalarımızdan biri.
Eğitim çalışmalarımızın ana hedefi; başta çocuklar ve gençler olmak üzere ekolojik okuryazar bir toplum oluşturmak. Peki, ekolojik okuryazarlık nedir? Gezegenimizde tüm canlılar için yaşamı oluşturan doğal süreçleri tanımak, doğanın dengelerini, nasıl işlediğini ve sınırlılıklarını bilmek ve bunlara uyumlu yaşamak demektir. Örneğin, doğaya dair bildiklerimize yaşantımızda ne kadar yer veriyoruz ya da günlük hayatımızda doğayı ne kadar gözeterek bilinçli kararlar veriyoruz? Tüm bunlar, bir parçası olduğumuz doğa ile olan ilişkimizi yani okuryazarlığımızı belirliyor.
Bu hedefle çalışmalarımıza devam ederken en önemli rol tabii ki öğretmenlerimizin. Yıl boyunca gönüllü öğretmenler tarafından uygulanan Minik TEMA, Yavru TEMA, Ortaokul ve Lise TEMA Doğa Eğitim Programlarının yanı sıra çeşitli iş birlikleriyle gerçekleştirdiğimiz projeler ile çocuklara gönüllülerimiz aracılığıyla kendi sınıflarında evimiz olan dünyayı ve doğayla nasıl uyumlu yaşayabileceğimizi anlatıyoruz. Bu projeler arasında Sıfır Atık Eğitim Projesi, Evimiz Dünya, Su Kardeşliği ve İklim Değişikliği Eğitim ve Farkındalık Projesi gibi farklı konularda çalışmalarımız bulunuyor. Tüm bu doğa eğitimleri ve farkındalık çalışmaları ile bugüne kadar 6.500.000’i aşkın çocuğa ulaştık.
Geleceğimiz olan çocuklara yeşil bir Türkiye bırakabilecek miyiz?
Daha önce de bahsettiğim gibi; yaşam şeklimiz ve tüketim alışkanlıklarımız, bugün toprağımızın yok olmasına neden oluyor ve yaşamımızın kritik bir parçası olan toprağımızın sağlığını tehdit ediyor. Gıda ihtiyaçlarının karşılanması, yeterli ve sağlıklı gıdaya erişim, su stresi ve adaletsiz paylaşım gibi sorunların temelinde, insanın doğadan uzaklaşması yatıyor.
Gezegenimizi biz insanlar tüketim alışkanlıklarımızla değiştirdik ve maalesef hızla artan ve geri dönüşü çok zor ekolojik krizlerle karşı karşıyayız. Bu sebeple bahsettiğim tüm eğitim çalışmalarımızda, "Gezegene, ülkemize doğayı tanıyan ve seven nesiller nasıl bırakabiliriz?" sorusuna odaklanıyoruz. Bugünün çocuklarının ve gençlerinin yaşamı devam ettirmeleri, gezegenimizdeki sistemleri onarmaları ve hayatta kalabilmeleri için ekolojik okuryazar olmaları çok önemli. Doğayla uyumlu yaşam becerilerine sahip, toprağı ve yaşadıkları şehirdeki su varlıklarını tanıyan, kendi gıdasını yetiştirebilen ve birlikte yaşadığımız canlıların yaşam alanlarını koruyan yetişkinler olmaları gerekiyor.
TEMA Vakfı olarak 32 yıldır, insan ile bir parçası olduğu doğa arasında güçlü bağlar kurmak; havamızı, suyumuzu ve toprağımızı korumak için çalışıyoruz. Hem gelecek nesillere yeşil ve doğası korunmuş bir ülke bırakmak hem de bunu sürdürebilecek ekolojik okuryazar bir nesil oluşturabilmek en önemli gayelerimiz arasında yer alıyor.
TEMA Vakfı’nın “Umut Yeşertiyoruz” sloganı var. Her yıl daha da artan vahşi maden politikaları, yaşanan ve çoğu şüpheli büyük orman yangınlarına karşı hala umudumuzu kaybetmemeliyiz. Ancak Siz tüm olumsuzluklara karşı umudumuzu yeşerteceğimizi düşünüyor musunuz? Zaman zaman umutsuzluğa kapıldığınız oldu mu?
“Umut Yeşertiyoruz” söylemi, karşılaştığımız tüm olumsuz durumlarla mücadele ve doğal varlıklarımızı koruma yolculuğumuzda her zaman bizim rehberimiz oldu. Elbette, gezegenimizin içinde bulunduğu durum ve karşı karşıya olduğumuz ekolojik krizlerle mücadele ederken endişelendiğim anlar oldu. Ancak, bu endişeleri bir kenara bırakabilmemi sağlayan düşünce her zaman iyi düşünmeyle, doğru planlamayla ve uygulamayla "elden gelenin en iyisini yapmak" oldu. Çözümün her zaman olacağına inanarak ve harekete geçerek umudun daima yeşereceğine inanıyorum.
İklim krizi ile mücadele eden, politika süreçlerine dâhil olmaya çalışan kuruluşların çoğu çevre, doğa koruma ve ekosistem sorunları ile ilgilenen sivil toplum kuruluşlarıdır. Ne mutlu ki, TEMA Vakfı da bu çerçevede; toplumun büyük çoğunluğu tarafından güvenilen, bilinen, gönüllülüğe ve doğal varlıkların korunmasına yönelik çalışmalarla özdeşleştirilen bir algıya sahip. Bu durum, sorumluluğumuzu ve geleceğe dair umudumuzu daha da pekiştiriyor.
Biz, Türkiye’nin dört bir yanında, başta toprak olmak üzere tüm doğal varlıkları korumak için 32 yıldır çalışan, bu topraklarda umut yeşerten kocaman bir aileyiz. Umudumuz, birlikteliğimizden ve doğaya olan sevgimizden besleniyor. Bu umutla gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmak için hâlâ yapacak çok işimiz ve kat edeceğimiz uzun bir yolumuz var. Bu bilinçle 81 ilde; gönüllülerimizin, bağışçılarımızın ve paydaşlarımızın desteğiyle ülkemizin dört bir yanında umut yeşertmeye devam edeceğiz.
Uluslararası Büyük finans kuruluşlarında üst düzey yöneticilik yaptınız. Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçı Birliği’nin ilk kadın Yönetim Kurulu Başkanı oldunuz. 2002 yılında Dünya Gazetesi tarafından "En Başarılı Profesyonel Kadın Yönetici" seçilmiştir. TEMA Vakfı’nın ilk kadın Genel Başkanısınız. Bugüne kadarki mesleki tecrübelerinizin TEMA Vakfı’na yansıması nasıl? Türkiye’de Kadın Yönetici olmanın zorlukları nelerdir?
İş hayatında kazandığım tecrübelerin her biri, TEMA Vakfı’nın ilk kadın Genel Başkanı olarak hizmet verdiğim dönemde stratejik düşünme, kriz yönetimi ve etkili iletişim gibi birçok alanda önemli katkılar sağladı. 2002 yılında Dünya Gazetesi tarafından ‘En Başarılı Profesyonel Kadın Yönetici’ seçilmem ise kariyerimdeki önemli dönüm noktalarından biriydi.
TEMA Vakfı'ndaki çalışmalarımda, kadınların sosyal sorumluluk projelerinde üstlendikleri rollerin ne kadar kritik olduğunu bir kez daha gördüm. Kadınlar, toplumsal değişimin öncüsü olarak doğayı koruma, iyileştirme ve onarma konusunda büyük bir gayret gösteriyorlar.
Kadınların olaylara daha temkinli ve yumuşak yaklaşma eğiliminin, karar süreçlerinde daha kapsayıcı ve sürdürülebilir çözümler üretilmesini sağladığını düşünüyorum. Kadınların liderliği, özellikle iklim değişikliği gibi küresel krizlerde daha barışçıl ve etkili politikaların geliştirilmesine önemli katkılar sağlayabilir. Örneğin, günümüzdeki devlet ve hükümet başkanlarının yerinde kadınlar olsa, belki de bugün yaşadığımız birçok sorun daha farklı şekilde ele alınırdı.
Türkiye’de kadın yönetici olmanın birçok zorluğu var. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin önündeki engeller, özellikle az gelişmiş bölgelerde belirgin olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar, aile sorumlulukları ve yeteri kadar görünmeyen bakım emeği nedeniyle profesyonel yaşamda yeterince temsil edilemiyor. İklim değişikliğinden en çok etkilenen kesim olmasına rağmen, kadınlar ne yazık ki karar alma süreçlerinde yeterince yer almıyor. Örneğin, Türkiye delegasyonundaki kadın temsiliyeti oranı sadece %35 seviyesinde. Bu tablo, kadınların etkin karar alma mekanizmalarına daha çok dâhil edilmesi gerektiğini gösteriyor.
TEMA Vakfı’nda yürüttüğümüz projelerde, kadınların cesaret ve kararlılıkla doğaya sahip çıktıklarını görmek beni umutlandırıyor. Bu vesileyle de tüm kadınları iklim için harekete geçmeye ve sorumluluk almaya davet ediyorum, çünkü biliyoruz ki büyük toplumsal değişimler kadınların liderliğiyle gerçekleşir.
Siz Eskişehirlisiniz. Eskişehir’i nasıl buluyorsunuz? Kentimizin geleceği ile ilgili düşünceleriniz neler?
Eskişehir, aslında karasal iklime sahip bir şehirken yer yer farklı iklim özelliklerinin de görüldüğü bir şehir. Genel bitki örtüsü bozkır olmasına rağmen, il merkezi de dahil olmak üzere birçok bölgesinde büyük ve kentliler tarafından aktif olarak kullanılan yeşil alanlar bulunuyor. Bunun yanında Mihalgazi ve Sarıcakaya ilçeleri, mikro klima özellikleri sayesinde Akdeniz iklimine uygun gıdaların yetişmesine imkân tanıyan, tarım potansiyeli yüksek ve doğal güzellikleriyle de dikkat çeken ilçeler arasında yer alıyor. Kısacası Eskişehir, tarım ve hayvancılığın yanı sıra doğal varlıklarıyla turizm potansiyeli de yüksek olan bir şehirdir. Ancak, maalesef Eskişehir de ciddi bir maden bölgesi haline gelmeye başladı. Eskişehir’in doğa harikası coğrafyası, vahşi madencilik faaliyetleri sebebiyle büyük risk altında. Kömür madenciliği ve kömürlü termik santraller, IV. Grup metalik madencilik projeleri gibi doğaya ve canlıların yaşam alanlarına büyük zarar veren faaliyetler; su, toprak ve dolayısıyla gıda güvenliği üzerinde ciddi tehditler oluşturuyor. 2020 yılı verilerini kullanarak yaptığımız harita çalışmalarına göre Eskişehir ve çevresinin %71'i IV. Grup madenlere ruhsatlı.
Şu anda Eskişehir’de aktif olarak çalışan Kaymaz Altın Madeni bulunuyor ve bu maden sahasına 3. atık barajının yapılması için ÇED olumlu kararı alındı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın vermiş olduğu ÇED olumlu kararının iptali için başlatılan hukuki sürece TEMA Vakfı olarak bizlerde müdahil olduk. Proje gerçekten endişe verici; Çanakkale'den Eskişehir'e her gün 150 kamyon ile cevher getirilmesi planlanıyor. Fakat tespit ettiğimiz bir diğer nokta ise sadece Çanakkale’den değil, daha birçok yerden bu projenin sahasına cevher getirilmesi, bu cevherin işletilmesi ve sonrasında ortaya çıkacak milyonlarca tonluk kimyasal maden atığının da Kaymaz’da biriktirilmesi planlanıyor. Eskişehir’i ne yazık ki büyük bir maden çöplüğüne çevirecek bir projeden bahsediyorum. 12 Haziran’da bu davanın duruşması gerçekleştirilecek, umuyoruz ki doğadan yana bir karar verilir. Ne yazık ki bu kadarla da bitmiyor; Eskişehir'de yapılması planlanan 3 yeni altın madeni projesi daha var. Bu projelerden bir tanesi Sarıcakaya’da, bir tanesi Mihalgazi-Tepebaşı sınırında, diğeri ise Tepebaşı’nda… Eğer bu projeler hayata geçerse tarımsal üretimimiz, hayvancılığımız, suyumuz, ormanlarımız yani canlılığın devamı için ihtiyacımız olan tüm doğal varlıklarımızı ciddi ölçüde kirleteceğiz, kaybedeceğiz.
Eskişehirli yurttaşlarımızın bu konuda bilinçli olduğuna inanıyorum. Alpu'da olduğu gibi, bu tehditlere karşı hızlı bir şekilde tepki göstererek yaşam alanlarını savunacaklarına eminim. TEMA Vakfı olarak herkese "Burası sizin yaşam alanınız." farkındalığını kazandırmaya çalışıyoruz. Eskişehir’in sürdürülebilir geleceği için "Altın mı? Su mu?", "Altın mı? Gıda mı?" sorularını soruyor ve herkesin bu soruların cevaplarını düşünmelerini istiyoruz. Kaymaz bölgesindeki cıva zehirlenmeleri ve artan kanser vakaları; IV. Grup metalik madencilik faaliyetlerinin hem çevreye hem de insan sağlığına ne kadar büyük zararlar verdiğinin en somut örneklerindendir.
Eskişehir’in geleceği için en önemli konu, doğayı koruyarak sağlıklı bir yaşam biçimini benimsemektir. Hava, su ve toprak olmadan yaşamın mümkün olmadığını unutmamalıyız. Bu bilinçle hareket ederek doğamızı ve doğal varlıklarımızı korumak için hep birlikte çalışmalıyız. Eskişehir'in geleceği, halkının bilinçli ve kararlı duruşu ile daha sağlıklı olacaktır.
TEMA Vakfı’nın Kurucuları Toprak Dede Hayrettin Karaca’yı ve Yaprak Dede A. Nihat Gökyiğit’i nasıl tarif edersiniz?
Toprak Dedemiz merhum Hayrettin Karaca ve Yaprak Dedemiz merhum A. Nihat Gökyiğit, gönüllerini doğayı korumaya adayarak TEMA Vakfı’nı kurduklarında biri 70, diğeri ise 67 yaşındaydı. Doğamızı koruma yolunda adım atmak için hiçbir zaman geç olmadığını bizlere gösterdiler. Erozyon ve çölleşmeye karşı toprak başta olmak üzere; su, hava, orman, biyolojik çeşitlilik ve tüm doğal varlıklarımızı koruyan çözümler üretmek için hayatları boyunca canla başla çalıştılar. Gönülle çalışıp yolumuzu açtıkları için onlar bizim yalnızca Kurucu Onursal Başkanlarımız değil, Toprak Dedemiz ve Yaprak Dedemiz oldular.
Vakfımızı kurarken 1 milyon gönüllüye ulaşma hayaliyle yola çıkmışlardı ve ne mutlu ki, 30’uncu yıl dönümümüze bu hayali gerçekleştirmiştik. Onların bize bıraktığı bu değerli mirası, şimdi 1 milyonu aşkın gönüllü ile evimiz olan doğaya sahip çıkarak paylaşmak bizim için çok kıymetli.
Toprak Dedemiz Hayrettin Karaca 20 Ocak 2020’de, Yaprak Dedemiz A. Nihat Gökyiğit ise 25 Ocak 2023’te aramızdan ayrıldı. Her iki Kurucu Onursal Başkanlarımızla da vedalaşmak, TEMA Vakfı ailesi olarak yaşadığımız en zorlu anlardı. Kurucu Onursal Başkanlarımızın adlarını ve anılarını yaşatmak için Vakıf olarak iki önemli proje üzerinde çalışmalarımıza devam ediyoruz; "Hayrettin Karaca Doğal Yaşlı Ormanlar Projesi" ve "A. Nihat Gökyiğit Biyolojik Çeşitlilik Projesi."
Toprak Dedemiz merhum Hayrettin Karaca, "Yaşamak için yaşatmaktan başka bir yolumuz yok" derdi ve doğal ormanların korunması konusuna çok önem verirdi. Ormanların binlerce canlının yaşam alanı, yani "evi" olduğunu her fırsatta tekrarlardı. O’nun bu sözlerini her zaman kulağımıza küpe ettik ve buradan hareketle Türkiye’de değeri çok büyük olan doğal yaşlı ormanların korunması için 2021’de başlattığımız Hayrettin Karaca Doğal Yaşlı Ormanlar Projesi’ne kendisinin adını verdik. Projede öncelikli amacımız, Türkiye’nin doğal yaşlı orman varlığını belirleyerek bir harita çıkarmak ve bu alanların koruma statüsüne kavuşmasını sağlamak oldu.
Yaprak Dedemiz A. Nihat Gökyiğit ise Türkiye’deki biyolojik çeşitliliğin korunması ve gelecek nesillerin bu konuda bilgilenmesi için yaptığı öncü çalışmalarla doğanın sessiz kahramanlarından biriydi. "Biyolojik çeşitlilik… Çok önemli! Niye önemli? Çünkü ekosistemin o akıl almaz düzenini dengede tutan biyolojik zenginlik." diyen Yaprak Dedemiz, yaşamı boyunca biyolojik çeşitliliğin önemine inandı ve korunması için çok sayıda çalışmaya imza attı. Gezegenin karşı karşıya olduğu en büyük krizler arasında yer alan biyolojik çeşitlilik kaybı konusunda farkındalık yaratmak için yine aynı yıl başlattığımız A. Nihat Gökyiğit Biyolojik Çeşitlilik Projesi’ne de kendisinin adını verdik. Projede öncelikli amacımız; kamuoyunun biyolojik çeşitlilik konusunda bilinçlendirilmesi, önemi hakkında farkındalık kazandırılması ve herkesin biyolojik çeşitliliğin korunması konusunda duyarlı hale gelmesi oldu.
Kurucu Onursal Başkanlarımız merhum Hayrettin Karaca’ya ve merhum A. Nihat Gökyiğit’e olan minnetimizi bir kez daha ifade etmek istiyorum. Onların vizyonları ve önderlikleri olmasaydı, yönümüzü bulamazdık. Öğretilerini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayacağız. "Her şey 1 ile başlar" diyerek bize rehberlik eden Toprak Dedemizin izinden giderek ve Yaprak Dedemizin "Doğayla dost olmaya mecburuz" sözünü ilke edinerek yolculuğumuza devam edeceğiz, tam 32 yıldır olduğu gibi.
Haberes okurlarına ve çevre gönüllülerine son bir mesajınız var mı?
Gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak için toprağa, havaya, suya ve doğal varlıklara hep birlikte sahip çıkmamız ve elimizi taşın altına koymamız gerekiyor. Doğal varlıklarımızı korumak için onlara zarar verebilecek her müdahaleyi sorgulamalıyız. TEMA Vakfı olarak özellikle son dönemlerde artan doğa tahribatlarına karşı çeşitli savunuculuk faaliyeti yürütüyoruz. Ülkemizde yaşayan herkesi de bu faaliyetleri yakından takip etmeye ve doğal varlıklara hep birlikte sahip çıkmaya davet ediyoruz.
Ayrıca, gönüllülerimizin Vakfımızın ülke genelinde yürüttüğü tüm faaliyetlerin merkezinde yer aldığını ve TEMA Vakfı’nın en büyük gücünün gönüllülerimizin fedakârlıkları ve bağlılıkları olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum. Bu vesileyle bugüne kadar Vakfımızın çalışmalarına destek veren tüm gönüllülerimize buradan teşekkür etmek isterim. Aynı zamanda, bu yazıyı okuyan herkesi, inandıkları alanda faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşuna gönüllü olarak katılmaya ve henüz TEMA Vakfı gönüllüsü olmayan herkesi de web sitemiz üzerinden (tema.org.tr/gonulluluk/gonullumuz-olun) gönüllümüz olmaya davet ediyorum. Kurucu Onursal Başkanlarımızdan Toprak Dedemiz merhum Hayrettin Karaca’nın söylediği gibi; "Bir, çok güçlüdür. Her şey bir ile başlar. Bir olmadan iki olmaz." Birlikte hareket ederek doğayı koruma mücadelemizi daha güçlü bir şekilde sürdürebiliriz. Hep birlikte geleceğe umut yeşertelim!
Saygılarımla…