Bazen durup düşünüyorum; neden bu kadar yoruluyoruz? Kadına şiddeti durdurmak, hayvanların canını kurtarmak, doğayı korumak için ömrümüzü koyuyoruz ortaya. Sanki her an bir yangın var ve hepimizin elinde minicik bir kova su… Yetiyor mu? Yetmiyor. Ama yine de koşturuyoruz, can havliyle...
Çünkü başka nasıl yaşayabiliriz ki? Bir kadının çığlığını duymuşsan, bir köpeğin korkuyla titreyen bedenine bakmışsan, yanan bir ormanın çıkardığı o iç acıtan sesi hissetmişsen, artık geri dönemezsin. O sesi bir kere duyduysan, kafanı çevirip “Ben görmedim” diyemezsin. İçindeki insanlık bırakmaz.
Ama işte yoruluyoruz. Herkes gibi bir hayat yaşamak varken, bu kadar mücadeleye ne gerek var diyenler de çıkıyor karşımıza. Bazen yardım etmeye çalıştığın kadın “Aman karışma” diyor. Kurtarmaya çalıştığın bir köpek için bir başka insan, “Sana mı kaldı bu iş?” diye bağırıyor. Doğayı savunduğun yerde, çıkarı bozuldu diye seni eleştiren bir başkası… Hep bir direnç, hep bir yük.
Oysa biz kahraman değiliz. Kimsenin kurtarıcısı da olmak istemiyoruz. Ama insan olmanın ağırlığını taşıyoruz işte. Vicdanı olan herkes gibi. Bu bir tercih değil ki. Bazen canımıza tak ediyor, bazen bırakmayı düşünüyoruz ama olmuyor. Çünkü kafanı çevirdiğin an, o çığlıklar, o acılar daha da büyüyor zihninde. Görmemezlik yapmayı, o ağırlığı sırtımızdan atmayı beceremiyoruz.
Şunu biliyorum: Bu düzen böyle devam edecek gibi görünüyor. Herkes kendi doğrularının peşinde, herkes bir şekilde haklı, herkes bir şekilde melek rolünde ama ortada hep bir kanayan yara var. İnsanların gözlerini kapatıp önlerinden geçtikleri, kulaklarını tıkayıp sustukları, hatta çoğu zaman sorumluluğunu reddettikleri bir dünya. Ama yine de bir insanı kurtarmak, bir ağacı yaşatmak, bir hayvanı korumak… Tüm bu çabalar küçücük şeyler gibi görünse de bir dünyayı değiştirebiliyor belki. Çünkü her şey bir yerden başlıyor, bir ilk adımla. Belki de o adım sensin, benim, hepimiziz. Ve evet, yorgunuz, hem de çok yorgunuz. Ama en azından, bu yükle, bu yorgunlukla bile, “insan” kalmayı başarabiliyoruz. En azından içimizdeki vicdanın sesini susturmuyor, o çığlıkları duymaktan korkmuyoruz. Bu, her şeye rağmen yaşamaya, mücadele etmeye devam etmek için yeterince güçlü bir sebep değil mi? Bir kişi daha gülerse, bir can daha kurtulursa, bir yaprak daha dalında kalırsa… İşte o zaman tüm bu yorgunluk, tüm bu yük anlam buluyor. Ve belki de insan olmak dediğimiz şey tam olarak budur; yorulsak bile asla vazgeçmemek, karanlığın içinden ışığı bulmak ve o ışığı büyütebilmek. Her şeye rağmen insan kalabilmek...