Arkadaşlarımla buluştuğum bir hafta sonu sohbetinin tur satın alarak bitmesini hiç beklemiyordum. Evet o gün kızlarla uzun uzun sohbetler ettikten sonra bir tur şirketini ziyaret ettik. Amacımız Noel pazarlarının kurulduğu ülkelere bakmak ve uygun ülke varsa ziyaret etmekti. Maalesef dilediğimiz gibi bir ülke bulamadık. Sonra ara tatil için neden olmasın dedik ve karşımıza dört günlük Budapeşte-Viyana turu çıktı. Hiç düşünmeden karar verip satın aldık. Zaten kendiliğinden gelişen, plansız olaylar hep daha güzel değil midir?
SAAT 12. 30’DA İSTANBUL’DA BİNDİK SAAT 12.30’DA BUDAPEŞTE’DE İNDİK
Tur günü geldiğinde Eskişehir’den İstanbul Havalimanı’na varmak zorlu oldu. Uzun bir yolculuktan sonra havalimanına vardık. Gideceğimiz yerin heyecanı yorgunluğumuzu almıştı. 12.30’da bindiğimiz uçaktan yine 12.30’da inerek Budapeşte’ye vardık. Aramızda iki saatli zaman farkı varmış 😊 Budapeşte’de kapalı ve serin bir hava karşıladı bizi. Uçakta gördüğüm bir tarafı yemyeşil, ortasından Tuna Nehri geçen, şehir yapılaşmasının aşırı düzenli göründüğü bu şehri gezmek için heyecanlanıyordum. İlk durağımız Kahramanlar Meydanı oldu. Kahramanlar Meydanı’nda bizim kültürümüze ait kahramanlar heykellerini görmek etkileyiciydi. Macarların Müslüman olmayan Türkler olduğunu biliyor muydunuz? Meydandan yürüyerek Varosliget’e doğru geçti. Yolda gördüğümüz kaplıcalar beni çok şaşırttı. Buranın termal kaynaklarıyla ünlü olduğunu bilmiyordum. Varosliget Parkı içerisindeki tarihi yapılar, sakinliği ve doğal güzelliği ile büyüleyiciydi. “Burada yaşasam her gün buraya yürüyüşe gelirdim kesin” dedim içimden. Bazı insanlar köpeklerini gezdiriyor, bazıları ise spor yapıyordu. Şehrin sakin dokusu insan karakteriyle bütünleşmişti. Parktan ayrılmak istemesem de otele geçiş zamanımız gelmişti.
MACAR ÇİGAN GECESİ
Otelde kısa süre dinlenip kıyafetlerimizi değiştirdikten sonra meşhur yöresel Macar Gecesi eğlencesine(Çigan Gecesi) doğru yola çıktı. Gece için gittiğimiz mekan şehre uzak ve ormanın içerisinde bir bölgedeydi. Mekanın etrafı karlarla kaplı, tıpkı masallardan fırlamış gibiydi. İçeri girdiğimizde çok nostaljik bir mekan bizi karşıladı. Girişte yöresel içecekleri palinka ve poğaça ikramları vardı. Macarların hamur işlerine bayıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Arkada ise muhteşem bir müzik sesi eşliğinde dans eden Macar çifti gördüm. Mekanın içerisi de çok otantikti. Gece boyu yöresel danslar izlemenin keyfine varırken; leziz Macar yemeklerini de tattık. Gulaş çorbaları çok lezzetliydi. Çorbanın ardından ana yemek olarak ördek eti geldi. En sonda yöresel kestaneli tatlılarını tattık. Hepsi çok lezizdi. Yemekleri yerken dansçılardan biri masaları geziyor ve kendilerine eşlik etmesi için insanları davet ediyordu. ‘Kimsenin kalkmamış olması bana çok ilginç geldi’ diye düşünürken kendimi sahnede buldum. Yöresel dansa eşlik etmek çok keyifliydi, unutamayacağım anılar arasına girdi. Gece boyu yapılan canlı müziği dinlemek de çok keyifliydi. Beni huzur içerisinde güzel düşüncelere daldırdı. Uzun zamandan sonra anın tadını çıkarmak işte tam da bu olsa gerek diye düşündüm. Gece bitince otelimize doğru yol aldık. O gün tüm yorgunluğa rağmen çok huzurlu bir uyku uyudum.
GÜLLER ÜŞÜMESİN DİYE ÇUVALLARA SARILMIŞ
Ertesi gün erkenden uyandık. Otelde yapılan sabah kahvaltısının ardından Viyana’ya doğru yola çıktık. İlk durağımız Parndorf Outlet AVM oldu. Gittiğimiz dönem tam indirim dönemiymiş. Avrupa’da indirim döneminde ürünlerin hepsinde indirim yapılır ve tamamı satılıp elden çıkarılırmış. Yeni sezonda yeni ürünler üretilirmiş. Bu ahlaki yaklaşım çok hoşuma gitmekle birlikte benim gibi alış verişi seven birine iki saatlik süre asla yeterli gelmeyecekti! Alış verişi yaptıktan sonra tekrar minibüste buluştuk. Tur kafilemiz on beş kişiydi ve az kişilik grupla gezmek gerçekten çok keyifliydi. İkinci durağımız Viyana şehir merkezi oldu. Şehrin her yerinde var olan tarihi binalar, şehrin dokusu, sakinliği, temizlik ve düzeni beni hayran bıraktı. Volsgarten gül bahçesinin içinde güllerin koruma altına alındığını gördüm. Güller üşümesinler diye çuvallara sarılmıştı. Her gülün altında ismi ve gül ile ilgili bilgi yer alıyordu. Gül aşığı biri olarak burayı bahar aylarında da görmeyi dileyerek gezdim. Bahçe çok büyüktü. Bahçede yaşlı biz müzisyen akordeon çalıyor, güneş tüm sıcaklığıyla bizi aydınlatıyordu.
DEMEL PASTANESİ’NDE MEŞHUR KRALİYET TATLISINI TATTIK
Bahçenin bitiminde Hofburg İmparatorluk Sarayı bizi tüm ihtişamıyla karşıladı. Rehber Alman Diktatör Adolf Hitler’in konuşma yaptığı balkonu göstererek bilgi vermeye devam ediyordu ama o sırada ben yapının tarihi dokusundan başka bir şey düşünemiyordum. Meydanın dokusu çok güzel korunmuştu. At arabaları turist taşıyor ve sanki bana yıllar öncesinde bir zamana yolculuk yapmış gibi hissettiriyordu. Bu düşüncelerle devam ederken St.Stephen’s Katedrali’ne geldik. Katedralin dışı çok görkemliydi. Ancak içine girince içinin çok daha görkemli olduğunu fark ettim. Her yerinden sanat akıyordu. Dua edenler, mum yakanlar, dilek dileyenler, fotoğraf çekenler ve benim gibi hayran hayran etrafı izleyenlerle doluydu içerisi. Katedrali gezdikten sonra serbest zamanımız vardı. Bu süreçte merkezi gezmeye devam ettik. Demel Pastanesi’nde meşhur kraliyet tatlısını tattık. 1786’dan beri hizmet veren pastanenin bu enfes tatlısını çok beğendik. O gece gökyüzünde gezegenlerin hizalandığı geceydi. Gökyüzünü izlemeyi çok seven biri olarak hemen Venüs, Jüpiter ve Mars’ı buldum. Çok parlak ve güzel görünüyorlardı. Meydanı gezip yorulduktan sonra tekrar bir tatlı molası verdik. Bu kez Stuben&Franzkanerviertel’di durağımız. Üzümlü cheesecake tattık ve enfesti. Rehberin belirttiği saatte bir araya geldik ve Viyana’da bir Türk dönercisine uğradık. Sıcacık dönerleri de tattıktan sonra artık otele doğru dönüş yoluna geçmiştik. Viyana sanayisi çok gelişmiş, zengin ve güzel bir ülkeydi. Yol boyu tüm gün gördüğüm güzellikleri düşündüm. Otele vardık ve artık dinlenme zamanıydı.
SOKAKLAR FİLM SAHNELERİ GİBİ
Üçüncü gün erkenden uyandık. Otelde güzel bir kahvaltının ardından diğer tur ekibi ile birleştik. Bir anda elli kişilik bir ekip oluverdik. O günkü ilk durağımız Estergon Kalesi idi. Kaleye varabilmek için uzunca bir yol gittik. Kültürümüzden izler görmek etkileyiciydi. Kale restorasyona girmişti ve pek çok kısmında çalışma vardı. Açıkçası yapılan kısımlardaki restorasyonu çok beğenmedim. Sanki tarihi dokusu bozulmuş gibiydi. Kalenin etrafındaki manzara ise iç açıcıydı. İnsan saatlerce orada oturup etrafı bıkmadan izleyebilir. Kale dönüşü orta çağ döneminden kalmış bir mekanda ceylan çorbası içip kaz eti yedik. Mekanın dokusu çok güzeldi. Sonraki durağımız Buda Kalesi oldu. Kale çok geniş bir alana yayılmıştı. Yine heykeller, sanat eserleri ile kendisine hayran bırakıyordu. Tuna Nehri’ni yukarıdan izlemek çok keyifliydi. Kaleden aşağıya nehre doğru yürümeye başladık. Sokaklar birbirinden güzel adeta film sahnelerini andırıyordu. Szechenyi Landchid köprüsünden geçerek şehrin merkezine vardık. Tekne turu öncesi serbest zamanımız vardı ve şehrin merkezini gezme şansımız oldu. Chimney Cake’den mis gibi tarçın kokulu tatlımızı aldık. Tadı enfesti. Giderseniz mutlaka tatmalısınız. Macarlar hamur işinde gerçekten ustalar. Ve en çok merak ettiğim kısma gelmiştik: Tekne Turu! Teknede yerimizi aldıktan sonra kulaklıklarımızı takıp dil seçeneğinden Türkçeyi seçtik ve büyüleyici ışıklandırmaların eşliğinde Tuna nehri tekne turu başladı. Tur esnasında yanından geçtiğiniz tarihi yapıyla ilgili bilgilendirmeleri kulaklıkla dinlerken içeceğinizi yudumlayıp, etrafı seyredebiliyorsunuz. Özellikle Parlamento Binası’nın ışıklandırmaları beni çok etkiledi. Bina dünyanın en büyük ikinci parlamento binasıymış. Köprülerin aydınlatması da muhteşemdi. Teknede kendimi bambaşka bir dünyada hissettim. Şu an gözlerimi kapatıp o ana gittiğimde aynı huzuru hissedebiliyorum. Budapeşte’ye giden herkese tekne turunu mutlaka öneriyorum. Masalsı tur sonunda otelimize döndük ve ertesi gün Budapeşte’de son günümüzdü.
KAFE İÇERİSİNDE İNANILMAZ BİR SANAT
Erkenden uyanıp kahvaltımızı yaptık. Son gün tamamen serbest gündü. Planlamamızı önceden yapmıştık. 24 saat tüm toplu taşımalarda geçerli biletlerimizi, 2500 forinte aldık ve metro ile şehrin merkezine geçtik. Metrodaki insanların doğallığı ve sakinliği çok dikkatimi çekti. Parlamento meydanını gezdik ve Tuna Nehri’ni izledik. Ardından çok ünlü New York Cafe’ye gittik. Buraya kadar gelmişken orayı görmeden, altınlı meşhur kahvesini içmeden dönmek olmazdı. Kafenin önü çok kalabalıktı ve inanılmaz uzun bir kuyruk vardı. Bekledik ve nihayet sıra bize geldi. İçeri girince adeta büyülendim. İnanılmaz bir doku, inanılmaz bir sanat. Kahvelerimizi içtikten sonra metro ile Deak Ferenc Ter’e geçtik ve merkezi gezdik.
Erzsebet ter parkında dönme dolabı izlerken parkın sakinliğinde doğayı dinledik. Yavaş yavaş ayrılık vakti yaklaşıyordu ama bu şehirden ayrılmak istemiyordum. Tur ekibi ile bir araya gelerek havaalanına geçtik ve güzel ülkemize döndük. Benim için asla unutulmayacak, iyi ki gittim dediğim, güzel bir anı eklendi heybeme. İmkanı olan herkesin mutlaka gidip görmesi gerektiğine inandığım iki güzel şehir Budapeşte ve Viyana…