Geçtiğimiz günlerde Almanya’da ulaşım konusuyla ilgili bir haber servis edildi. Alman Otomotiv üreticilerinden Mercedes Benz, BMW ve Volkswagen markaları paylaşımlı araç modelini ortak bir platformda bir araya getirdiklerini ve buna ek olarak Ticari Taksi Ağı ve Elektrikli Scooter Sistemini de bu ağa dâhil ettiklerini duyurdular. Bu markaların büyüklük hacmi, pazar payları ve aralarındaki rekabet düşünüldüğünde gerçekten de devrim niteliğinde bir haberdi.
Mikro Hareketlilik (Micro Mobility) trafiğin rahatlaması adına küçük taşıtların (Bisiklet- Scooter vb.) birbirini destekler şekilde toplu ulaşımla entegre şekilde kullanılmasını tanımlıyor. Bir de buna ek olarak günümüzde elektrikli veya fosil yakıtlı araçların trafikte paylaşımlı olarak kullanılması söz konusu. Sokaklarımız ve caddelerimiz günde 40 dakika kullanılan araçlarla dolu, aldığımız yakıtın %70’i tekerleklere ulaşmadan motorda harcanıyor, araçlarımızın 4/1‘lik kısmını kullanıyoruz ve bir de buna son zamanlarda iyice artan ÖTV, kasko, periyodik bakım, trafik sigortası ve trafik muayenesi eklendiğinde aslında araç sahibi olmak çokta mantıklı bir yatırım değil. Ben inanıyorum ki paylaşımlı araç modelleri arttığında bireysel araçlanmanın çok maliyetli ve kullanışsız olduğunu kabul edeceğiz. Akıllı telefonlarımızdan karekod ile kiralayacağımız bu araçlarla gideceğimiz kilometre başına ödeme yaparak hem maddi olarak avantajlı bir duruma geçeceğiz hem de sokaklarda ve caddelerde dolayısıyla trafikte daha az araç göreceğiz. Ancak ülkemizdeki gibi ‘kullandığımız aracın hala kartvizit niteliği taşıdığı’ coğrafya da bu sistemin oturması biraz zaman alacak.
Dev şirketlerin bir araya gelip üstelik buna ticari taksi ağını da katmalarını bir kenara bırakıp kentimizde çok konuşulan trafik sorununa değinmek istiyorum. Bu yazıyı hazırladığım gün maalesef Eskişehir Çevre Yolunda bir kaza gerçekleşti ve ilk sayılara göre 3 işçimizi servis otobüsünün kazası sonucunda kaybettiğimizi öğrendim. Allahtan rahmet diliyorum. Bu üzücü haber sonrasında Çevre Yolu sorunu ve Organize Sanayi Bölgesinin ulaşım sorunu tekrar gündeme geldi. Çeşitli önerileri olan Odalar ve STK’lar Organize Sanayi Bölgesine Metro / Tramvay gibi raylı ulaşım sistemlerinden bahsettiler. Ancak bu sistemler de maalesef trafik sorununa çözüm değiller. Çünkü raylı sistemler çoklu toplayıcı ve çoklu dağıtıcı sınıfına girmezler. Örneğin bir fabrikanın işçileri kent merkezinde dağınık şekilde ikamet ederler, raylı sistemin bunları toplayıp getirebilmesi söz konusu değildir. Üstelik bahsettiğimiz dağınık şekilde ikamet eden ve organize sanayi bölgesine getirilmesi planlanan işçilerin iş yerleri de OSB içinde dağınık bir yapıdadır. Dolayısıyla siz belli sayıda işçiyi aynı noktadan alıp yine aynı noktaya ulaştırmayacaksınız, işte bu yüzden Metro ve Tramvay şıkları bu konuda hakkını kaybediyor. Üstelik yapılış maliyetleri, kullanım maliyetleri, çalışma saatleri ve tek seferde taşıyacağı personel sayısı hesaplandığında, aynı hatta ilerleyecek tramvay veya metroların birbirlerini beklemesinden oluşacak zaman kayıplarını, tek seferde taşıyabileceği işçi sayılarını düşündüğümüzde, oluşacak gecikmeleri ve bunun sanayiciye yansıması da hesaplandığında gerçekten de imkânsız bir seçenek. Zaten bu nedenle de dünyanın hiçbir şehrinde, OSB’lerde sanıyorum metro sistemi bulunmuyor. Tramvay sistemi de ancak mevcut belediye otobüsü işlevini yerine getirir. Yani günlük standart yolcu taşıma işlemi için düşünülebilir. Ancak o da maliyeti düşünüldüğünde karlı yatırım olmadığı görülecektir.
Bu konuda çözüm; mevcut çevreyollarının yerine planda yer alan ‘Kuzey Çevre Yolu’nun hayata geçirilmesi ve taşımacılık konusunda da demiryollarının kullanılması ‘Hasanbey Lojistik Merkezi-OSB bağlantısı yapılarak’ kamyon taşımacılığını azaltmak olacaktır.
Tabi bir de tüm bunların konuşabileceğimiz ve çözümü yalnızca belediyeye veya STK’ya bırakmadan tüm ‘gerçek’ muhatapların bir araya geldiği, bir masada buluştuğu bir ortamda çözüm için uğraş vermesi gerekiyor.
Yazının ilk paragrafında büyük dev şirketlerin rakipleriyle nasıl bir araya geldiğinden bahsetmiştim, üstelik kendi pazarlarını, müşterilerini azaltabilecek bir proje için kolları sıvadıklarını anlatmıştım. Onlar değişimin farkındalar ve eğer değişime ayak uyduramazlar ise yok olabileceklerini biliyorlar. Peki ya biz? Biz bu durumun ne kadar farkındayız? Dijital Dönüşümün fazlarından biri olan ‘Paylaşımcı Ekonomi Çağ’ında olduğumuzu ne zaman hatırlayacağız? BEN değil BİZ olmamız, şovenist sosyal medya paylaşımlarından uzak kalmamız, akılcı ve gerçekçi taleplerle geleceğimizi şekillendirerek ve gerekirse rakiplerimizle bir araya gelerek ‘Yeni Dünya’ da yerimizi almalıyız.