Zamanı avuçlarında tutmak ister gibi yaşıyor insan. “Anı yaşa” diyorlar, ama hangi an? O anı fark ettiğinde, çoktan geçmiş olmuyor mu? Bir gölge gibi elinden kayıp giden, tuttuğunu sandıkça dağılan bir şey… O halde mesele, bir anı yakalamak mı, yoksa onun içinden geçerken ne hissettiğini bilmek mi?
Bugün mü, yarın mı? Bugün yaşanıyor, ama içinde yarının izleri var. Yarına dair düşünceler, planlar, umutlar… Ve dün? O da bugünün zeminini hazırladı. Zihnimiz sürekli bu üç zaman arasında gidip geliyor. Birini tamamen silmek mümkün mü? “Sadece anı yaşa” demek, insanın doğasına aykırı belki de. Çünkü insan, geçmişin ağırlığını taşır, geleceğin rüzgârına kapılır ve bugünün içinde bir denge arar.
Ama denge nerede? Biraz geçmiş, biraz gelecek, en çok da şimdi. Peki, şimdi dediğin ne kadar gerçek? Bazen gözlerin bir manzaraya takılır, ama zihnin başka yerdedir. Bazen bir sohbetin içinde olursun, ama aklın bir adım sonrasına çoktan gitmiştir. O halde, bedenen burada olmak yetmez; zihnin de buraya gelmeli. Anı yaşamak, belki de tam olarak bu... O anın içinde olduğunun farkında olmak...
Anı Yakalamak mı, Onun İçinden Geçmek mi?
Her şey hızla akıp gidiyor. Bir anı gerçekten hissedebiliyor musun, yoksa sadece peşinden mi koşuyorsun? Bazen bir fotoğraf çekmek için duraksıyoruz, ama o anın içinde kaybolmuyoruz. Bazen bir konuşmayı dinlerken cevap vermek için bekliyoruz, ama söylenenleri gerçekten duymuyoruz. Bu yüzden belki de anı yaşamak, onu yakalamak değil, onun içinden geçerken ne hissettiğini bilmek.
Tıpkı bir nehirde yürümek gibi… Su akıyor, sen de onun içindesin. Ama eğer sadece akıntıya kapılırsan, nereye gittiğini bilemezsin. Eğer suyu görmezden gelirsen, hiç ıslanmazsın. O halde mesele, suyun içinde bilinçli bir adım atabilmek...
Zamana Karşı Değil, Onunla Birlikte
İnsan zihni, zamanı yalnızca bir çizgi olarak algılar; geçmiş, şimdi ve gelecek. Oysa zaman, bu kadar basit bir doğrultuda ilerlemez. Anılar, hatırladıkça değişir. Gelecek, hayal ettiklerinle şekillenir. Şu an bile, düşündüğün her şeyle biçim alıyor.İnsan bazen geçmişe saplanıp kalıyor, bazen de geleceğe fazlasıyla odaklanıyor. Ama gerçek şu ki, geçmiş geri gelmeyecek, gelecek ise henüz burada değil. Peki, ikisini de bir kenara bırakıp sadece şimdiye mi tutunmalı? Hayır, çünkü şimdi dediğimiz şey de dünün devamı ve yarının başlangıcı.
Bir çömlek ustasını düşün. Çamuru elleriyle yoğuruyor, şekil veriyor. Ama yalnızca elinin altındaki kile mi odaklanıyor? Hayır. Zihninde bir form var. O yüzden yaptığı her hareket, bir sonrakine zemin hazırlıyor. Eğer sadece şu anki hareketine odaklansaydı, ortaya rastgele bir şekil çıkardı. Ama o, hem şu anda hem de bir adım sonrasında.
İşte insanın da yapması gereken bu. Zamanın içinde kaybolmadan, ama onu tamamen bırakmadan yaşamak. Geçmişin izlerini anlamak, geleceğe dair düşünmek ama bugünü kaçırmamak.
Anı Yaşamak, Tüketmek Değil
Sürekli “anı yaşa” demek, sanki geçmişi tamamen bırakmak ya da geleceği hiç düşünmemek gibi algılanıyor. Oysa insan hafızası geçmişin izleriyle dolu, hayalleri ise hep geleceğe uzanıyor. Gerçekten anı yaşamak, bir şeylerin farkında olmadan sadece var olmak mı? Yoksa o anın içinde nasıl bir iz bıraktığını anlamak mı?
Çoğu insan anı yaşadığını sanıyor ama aslında onu tüketiyor. Seyahat ediyor, fotoğraf çekiyor, anları kaydediyor ama gerçekten hissediyor mu? Bir şeye dokunduğunda, onu hissetmek yerine bir sonrakine geçmeye çalışıyorsa, o an onda nasıl bir iz bırakabilir?
Belki de anı yaşamak, bir şeyin içinde olmanın ötesinde, onun sende neyi değiştirdiğini fark etmek. Aynı yere iki kez gidemezsin çünkü sen değişmiş olursun. Aynı şarkıyı iki kez aynı hisle dinleyemezsin çünkü sen artık aynı kişi değilsindir. O halde mesele, sadece anı yaşamak değil, o anın sende nasıl bir iz bıraktığını görmek.
Bunu bence en iyi çocuklar yapıyor. Yere düşen bir yaprağa dakikalarca bakabiliyorlar. İnceliyorlar, kokluyorlar, ellerinde çeviriyorlar. O yaprak onlar için bir anlık bir görüntü değil, başlı başına bir keşif. Biz büyüdükçe bunu unutuyoruz. Bir şeye hızla bakıyor, ama onu görmüyoruz.
O yüzden belki de anı yaşamak, sadece o anın içinde olmak değil; ona gerçekten dokunabilmek, hissedebilmek. Çünkü bir an, ancak hissettiğinde gerçekten senin olur.
Geçmişin, Şu Anın ve Geleceğin Kesişimi
İnsan geçmişten tamamen sıyrılamaz, geleceği de görmezden gelemez. Ama zamanın içinde kaybolmak ile onun içinde yönünü bilerek yürümek arasında fark var. Bir sahil boyunca yürüdüğünü düşün. Eğer sadece ayaklarının altındaki kuma bakarsan, nereye gittiğini bilemezsin. Eğer sadece ufka bakarsan, bastığın yeri hissedemezsin. İşte anı yaşamak da böyle bir şey. Ne sadece şu ânın içinde kaybolmak ne de tamamen geleceğe odaklanmak. Önemli olan, her adımının farkında olmak.
Bazen insanlar, “geçmişi bırak” der. Ama geçmişin seni sen yapan şey değil mi? Bazen de “geleceği düşünme” derler. Ama bir yön belirlemeden yol alabilir misin? Asıl mesele, zamanın içinde boğulmadan, ama onun akışını hissederek ilerlemek.
Zaman bir nehir gibi akıyor ve biz onun içinde yürüyen yolcularız. Ama her adım, suya bir iz bırakır. Attığın adımları rastgele mi seçiyorsun, yoksa bilinçli mi? Anı yaşamak, sadece içinde bulunduğun anı hissetmek değil; o anın içinden nasıl geçtiğini fark etmek... Çünkü zaman seni elbet bir yerlere götürecek. Ama önemli olan, nereye doğru gittiğini bilmek...
Her anınızı doya doya yaşamanız dileğiyle;
Sevgiyle Kalın...