“Bizim toprağımızın güzelliğini ayrıcalıklı kılan şey, tam da bu apaçık çarpıcılığın ya da göz alıcılığın yokluğudur. Önemli olan, o güzelliğin dinginliğidir; aşırıya kaçmaması, ölçülü oluşudur. Toprak, güzelliğinden, büyüklüğünden haberdardır sanki, bunu avaz avaz haykırmaya gerek duymaz." (s.29)
Bir gezi yazısı gibi başlayan, her durağında geçmişe yolculuğa dönen, çok da belli olmayan bir iç hesaplaşma içinde yaşamın son demlerini sürdüren “işkolik” bir baş uşağın hayatına bakıyoruz uzaktan.
İşkolik dedim; aslında “işine düşkün” olmak herkesten beklenen bir haslet değil midir? Açıklaması öyle olsa da, yüklendiği anlam itibarıyla biraz sınır ötesini anlatıyor galiba.
Çevremizde de görevinden başka her şeye gönlünü ve kalbini kapamış, mesleğine âşık, işine şiddetle bağlı insanlar görürüz. Bu özelliklerinden dolayı bazılarına hayranlık duyar, bazılarına öfkeleniriz. Çekememezlik yaptığımız “iş bağımlıları” da vardır mutlaka.
İnsan, yaşarken pek çok şeye “bağlılık” duyabilir. Bir fikre, bir insana, bir objeye, bir işe, bir sanata…
“Bağlılık” insan için bir ihtiyaçtır. Bağlılık bizi biz yapan değerleri, inançları ve alacağımız kararları etkiler. Sosyal ilişkilerimize yön verir. Önemli olan bağlılığımızın eleştirel düşünmemizi ve sorgulama yetimizi etkilemiyor olmasıdır.
2017 Nobel ödülü sahibi “Kazuo İshiguro”nın “Günden Kalanlar” eserinde, işine böylesine bağlı, işini her türlü insansı değerin önüne koyan bir baş uşağın hayatına giriyoruz.
***
Böylesi işkolik bir baş uşağın, çok uzun yıllar sonra patronunun ısrarıyla ve patronunun arabasıyla İngiltere’nin kırsalına doğru yaptığı geziye, sıradan insanların yaşadığı sıradan hayatları dekor ederek eşlik ediyoruz kitap boyunca.
Bu gezi, her ne kadar mektubundan mutsuz olduğu hissedilen eski kâhya kadını bulmak ve eski işine davet etmek amacını taşısa da, (küllenmiş bile değil) üstü hiç açılmamış bir sevginin peşinden gidiştir aslında.
Gezi sırasında, eskilerin önemli insanlarını da içine alan tarihe mal olmuş toplantı anıları, yanı sıra kâhya kadın ile yaşanmış mütevazı diyaloglarla örülmüş bir anılar denizinde ketum baş uşakla birlikte yüzüyoruz adeta.
Sayfalar arasında tek söz dahi edilmeyen, özensizce harcanan, kâhya kadının başkasıyla yaptığı evlilikle son bulan, ancak okurun sürekli hissettiği bir sevgi söz konusu.
Açıkça dile getirilmemiş bir aşkın varlığını, son sayfalara yaklaştıkça pişmanlık kazanından buram buram gelen itiraf kokularıyla hissetmeye başlayınca, yarım kalmışlık duygusuyla biraz hüzünleniyor insan.
Yaşananların değil yaşanamayanların, söylenenlerin değil söylenemeyenlerin ve bir zaman sonra içe oturan pişmanlık duygusunun anlatıldığı bir kitap.
Geri planında İkinci Dünya Savaşı öncesi savaşa yön veren Avrupa aristokrasisi ve diplomasisinin izlerinin bolca yer aldığı; yaşanmamış, kırık dökük bir aşk hikâyesinin anlatıldığı kitaptır “Günden Kalanlar”.
***
Kitabın konusunun -muhtemelen- yaşanmış bir gerçekliğe dayandığı hemen belli olmaktadır.
Hayatı malikâne efradına ve misafirlerine hizmet etmekle geçen kahramanımızın son derece oturmuş bir karakter olduğunu görüyoruz. Mesleğine olan bağlılığı zaman içinde -babasının ölümünde dahi “vakar” ile işine odaklanacak kadar- saplantı boyutuna ulaşmış, kişiliğini mesleğinin içinde eriterek yok etmiş, zaman içinde kişi olarak özgül ağırlığını yitirmiş.
Beklentiniz edebi söz sanatlarıyla donanmış bir dil olursa, bu kitabı beğenmeyebilirsiniz. Çünkü kitabın, bir olay anlatılmıyormuş derecesinde sade ve zarif, oldukça yalın bir dili var.
Daha önce 7 kitaplık Kayıp Zamanın İzinde dizisini okuduğum Marcel Proust detaycılığının havasını gördüm dersem yanılmamış olurum. Sadece İshiguro’nun detaycılığı maddesel değil daha ruhsal olmuş diyebilirim.
Okumaya başlayınca bana yabancı gelen konusu nedeniyle oldukça sıkıldığım, ilerleyen sayfalarda su gibi akıp giden ritmine alışınca ve içeriği de anlayınca sevmeye başladığım bir kitap oldu.
Kendi hayatımızda da içimizi acıtan yaşanmışlıklar ya da yaşanamamışlıklar taşıdığımızdan olacak, o sis perdesi arkasında kalan dilsiz aşka bayağı hislendim.
Romanın kahramanı da bir malikânenin baş uşağı olduğuna göre, böyle bir dilin seçilmiş olması oldukça uygun olmuş.
***
Filmi de yapılmış bir kitap var elimizde.
Eğer tutkulu insanların psikolojik davranışlarını anlatan eserlere ilgi duyuyorsanız; patronuna olan sadakati nedeniyle, hiçbir eleştiri yöneltmeden en iyi hizmete kendini adayan, sadece hizmetinde olduğu lordun fikirlerine tabi olarak hiçbir konuda beyin fırtınasına ihtiyaç duymadan “kalıp” gibi bir hayatı tercih eden;
Yıllar sonra kendi konumunu, içine girdiği ruhsal yapıyı ve her şeyini hizmetinde olduğu insanlara adadığını, artık iş hayatını aynı tutkuyla devam ettiremeyeceğini anlayan bir adamın sisli dünyasına buyurun derim.
***
“…ara sıra kendi kendinize, ‘yaşamımı nasıl berbat ettim’ diye düşündüğünüz zamanlar, son derece umutsuz zamanlar olmuyor anlamına gelmez elbette. İşte o zaman yaşamış olabileceğiniz farklı bir yaşamı, daha güzel bir yaşamı düşünmeye başlıyorsunuz.” (s. 201)