“Coşkuyla bakıyorsun her şeye. Kötü çarpacaksın bir gün diye korkuyorum. Kayalarla dolu dünya oğlum.” (s.363)

Vedat Türkali’nin “Güven” adlı eseri 1940’lı yıllara, Nazi işgallerinin tüm dünyayı kasıp kavurduğu yıllara götürüyor insanı.

Dünyada faşist-sosyalist çatışması sürerken, ülkemizdeki savaşın getirdiği zora sokulmuş, huzursuz hayatlarla birlikte, kimin hangi düşünceyi taşıdığı belli olmayan, “güvensizlik” rüzgârlarının estiği yıllara gidiyoruz.

Yıllarca tarih derslerinde 2. Dünya Savaşı’na girmeyerek ne kadar akıllıca bir siyaset izlendiği öğretildi bize.

Kimse orduya ayrılan bütçenin artışından, oluşan bütçe açığı nedeniyle günlük hayatı zora sokan ekonomik tedbirlerden, içine düşülen ekonomik darboğazdan, karne uygulamasından, Varlık Vergisi’nden, Milli Koruma Kanunu’ndan, dönem gereği sermayenin belirli ellerde toplanarak bir burjuvazi sınıfı yaratıldığından, yaşanan karaborsa ve tekelleşmeden söz etmedi.

Kitabı okuyunca anlıyoruz ki, sınıf ayrılığı derinleşince bir grup üniversiteli gencin arayışları sonucu devrimci gençliğin temelleri de o dönemde atılmış.

Ayrıca dönemin kadına, cinselliğe bakış açısını, köy-kent ilişkisini daha iyi anlıyoruz.

Yasaklanan görüşler, tutuklanmalar, işkenceler arasında faşizm karşıtı bir grup üniversiteli gencin ideoloji arayışını, TKP’nin kuruluş döneminde yaşananları, fikir çatışmalarını, eksikleri, eleştirileri anlayabiliyor, dönemin Türkiye’si hakkında çok şeyler öğreniyoruz.

Karşımızda bir dönem romanı var; dönemin kültürel, toplumsal, psikolojik yapısının fotoğrafını gözler önüne seren bir roman.

***

Güven, Vedat Türkali’nin 50’li yıllarda hapisteyken oluşmaya başlamış, 90’lı yıllardan sonra, on yıllık bir emekle kâğıda dökülmüş eseri.

Dönemin devrimci mücadelesiyle, siyasi olayları mükemmel harmanlanmış. O günün devrimcilerinin Atatürk’e bakışı, ulusalcılık/milliyetçilik anlayışları, Kürt sorununa yaklaşımı oldukça çarpıcı. Bir de gerçek kişilerin satırlar arasında yer alması kitaba ayrı bir tat katmış.

İş, para, aşk, cinsellik taşlarıyla döşenmiş tarihi olaylar kaldırımında gezinirken, insanların harika anlatılmış iç dünyalarının vitrinlerine de bakabiliyor, çelişkilerine tanıklık edebiliyoruz.

Gözaltı, işkence, cinayet ve gizli servis derken TKP’nin tarihsel süreciyle de ilgili epeyi bilgi var.

Aydınlara da rastlayabilirsiniz, zifiri karanlık içinde yaşayan örümcek beyinlilere de. Turgut, Halil, Rahmi, Süreyya, Sahir, Nedret, Seher olup aramak da var aydınlıkları; Galip, Mithat, Sait ya da Nafi olup karanlıklara gömülmek de var. O nedenle eser, hayatın bir kesitinden çok fazlası, hayat kadar gerçek diyorum.

Farklı görüşlere, farklı kişiliklere sahip insanlar gerçekçi bir hayat bulmuş bu satırlarda. Dönemin dünya çapında tanınmış yazarları, şairleri, siyaset adamları bir köşeden göz kırpıp çekilirse şaşırmayın sakın.

Bu eser, birlik olabilmenin de sesini veriyor bizlere; birleşince güçleneceğimizi de anlatmaya çalışıyor.

***

Yoksul bir ailenin son çocuğu ve tek erkek evladı olan Abdülkadir Pirhasan, zorlu hapishane günlerinden sonra hayatını idame ettirmek için başladığı senaryo yazımı sırasında almış “Vedat Türkali” adını.

Güven, 1940'lı yılların tek partili döneminde, bir avuç gencin yeraltında faaliyet gösteren TKP'yi aramaları ve dönemin kültürel, toplumsal, siyasal ve psikolojik yapısını gözler önüne seren bir roman. Bir döneme tanıklık yapan, ayna görevi gören çok önemli bir eser.

Evet, eser oldukça kalın ve iki ciltten oluşuyor.

Okumaya başlayınca “az diyalog, bol monolog” anlatımıyla göz korkutuyor ama bir yerden sonra da çok farklı düşünceler taşıyan sağlam karakterleriyle okuru içine hapsediyor.

Karakterler oldukça canlı ve kendi içlerinde oldukça tutarlılık sergiliyor. İlerleyen sayfalarda bol kullanılan iç monologlar sayesinde zihinlerinin derinlerindeki çelişkilerine kadar ulaşabildiğimiz iç içe geçmiş karakterleri ve fikirleri daha iyi tanıyabiliyoruz.

Türkali, yaşadığımız iç çelişkilerin yakasına yapışıp güneşli günler umuduna boğan bir yazım anlayışına sahip. Kitabın, hemen hemen tamamı devrik cümlelerden oluşmuş. Gerçekçi olduğu kadar en ince duyguları da es geçmeyen, son derece akıcı dili, merak uyandırıcı kurgusu var.

Sadece bir kitap değil, şahane bir arşivmiş gibi. Dönem romanlarına ilgi duyanların elinden bırakamayacağı bir eser olmuş Güven.

Siyasi çizginiz ne olursa olsun 1940'lı yılları anlamak ve bugüne daha doğru bir perspektiften bakabilmek için herkesin muhakkak okuması gereken bir roman.

***

Hiçbir ülkede ‘buyrun alın!’ denmemiş özgürlük, (…) Her yerde bir şeyler ödetmişler. Yeryüzünü kaplayan bugünkü savaş da, bir anlamda tarihsel faturası bunun. Kan dökülüyor.” (s.465)