“Çirkinliği görenler çirkindir belki, hem dünyayı korku duygusuyla değil, güzellikle tanıyorum. Benim ona baktığım gibi, dünya da bana bakıyor ve gülümsüyor, ben ona neden gülümsemeyeyim? (…) ve gülümseyen herkes cennete bakıyor demektir.”
Toplum olarak masallara düşkünüzdür.
Çoğumuzun çocukluğu, eğitimi edindiği yaşam tecrübesinden ibaret dede ve ninelerin anlattığı, “fi” tarihinde yaşanmış, içine fantastik kahramanlar ve dekorlar döşenmiş, geceleri uykumuzu bölen masalları dinleyerek geçmiştir.
Yaşımız ne olursa olsun, kalbimizin çocuk kalan yanı, “umut” beklentilerimize uygun masallar dinlemek ister. Çocukluğumuzu yönlendiren masallar, bugünümüzü bile yönlendirebilmektedir.
Masala olan düşkünlüğümüz, günümüzdeki siyasetçilerin yarının olurluğunu bugünden dillendiren mucize söylemlerine olan inancımızdan bellidir. Ülkemizdeki politikacıların başarısı da bizdeki bu beklentiye hitap edebildikleri kadardır.
İyi masal anlatan iyi politikacıdır(!)
***
Masal dünyasının kapısını açan anahtar, “umut”la birlikte verilen “korku”dur; özellikle de ölüm korkusu.
Ölümle oyun oynanabilir mi?
Ya da şöyle sorayım, ölümle rekabet olur mu?
Olmaz elbette; çünkü ölüm oynadığı oyunların tek galibidir, hiçbir zaman kaybetmez. Ne krallar, ne sultanlar büyük bir çabayla ölümsüzlüğü aramış ama sonunda mücadeleyi kaybetmiştir.
“Ölümün yüzü soğuktur, duyguları mühürlüdür” derler.
Doğrudur; iyi, kötü, acı, tatlı yaşam yolculuğunda ölümün yüzü insanoğluna her zaman soğuk gelmiştir. Hayatı gam, keder, çile, hastalık, ihanet ve hıyanet yükleriyle sürdürenler bile, “yüklerimizden kurtulsak da huzura ersek” diyerek dokuz tahta altına yatırılıp yılların yorgunluğunu toprağa emdirme arzusunu dillendirseler de, kimse güle oynaya gitmez ölüme.
***
Firdevsî’nin kaleme aldığı İran efsanelerini barındıran Şehname’ye göndermeler yapan, bir taraftan önemli efsanevi kötü kral, diğer taraftan da güçlü ve kabiliyetli, yiğit bir kumandan olarak tanıtılan tarihi bir kişiliğin adını taşıyan bu kitapla ‘İhsan Oktay Anar’ın hayal dünyasında yolculuğa çıkıyoruz.
“Efrâsiyâb’ın Hikâyeleri”, bilindik fantastik efsanelerin ucuna köşesine değinerek, okuru fi tarihine değil, yakın geçmişteki farklı zamanlara götüren, ana hikâyeyle bağlantılı, masal tadında sekiz ayrı hikâyeden oluşuyor. Hikâyelerin konuları korku, din, aşk ve cennet üzerine. Daha önceki kitaplarında sık sık cehennem temasına ağırlık veren yazar, bu kez çoğunlukla cenneti vurgulamış. Kitapta adı geçen sekiz mahallenin, cennetin sekiz kapısına gönderme yapıyor olması da buna örnek.
Felsefeci akademisyen Anar, bu kitabında bazı inanç ve değer yargılarını kendi üslubuyla irdeliyor ve okurunu düşündürüyor. İnsanoğlunun bilinmezden doğan korkusunu gidermek için girdiği arayışın din olduğunu, aradığına kavuşmak için can atmanın da aşk olduğunu, hikâyeleri fantastik öğelerle süsleyerek hissettiriyor okuruna.
Hikâyelerin şekillenmesinde bilindik masal, öykü ve romanlardan izler görülüyor.
Göklere çıkabilen upuzun sarmaşığa, masalların geçimsiz iki başlı devine, dolunayda kurt adama dönüşen insana, kırmızı şapkalı kıza, uzun dişli leopar benzeri canavara, hatta Süpermen’in çocukluğuna farklı şekiller vererek aktarmış yazarımız. Azazil denen şeytanı ve ölüm meleği Azrail’i de dini motif olarak yansıtınca hikâyeler tam Oktay İhsan Anar okuruna göre düzenlenmiş.
Okuru tarihin sınırlarında dolaştırırken, felsefeyi ve fantastik öğeleri eserinde en iyi harmanlayan yazar, -bana göre- Oktay İhsan Anar’dır. Kitabın başkarakteri “ölüm”ün, ete kemiğe bürünerek kitabın başından sonuna yer alması, bu tezimin en önemli kanıtıdır.
Genellikle eserlerinde ağır bir Osmanlıca kullanan, bu eserinde ise anlatımına ahenk ve renk katacak şekilde daha az yer veren yazarın, tarih soslu fantastik hikâyeleri anlatırken kullandığı, uzun cümlelerden oluşan, mizahi öğeler de içeren, kendine özgü, büyülü dili dikkat çekicidir ve özeldir.
***
Kitapta elli yaşlarında insan bedeninde betimlenen Ölüm, canını almaya geldiği Cezzar Dede’ye, oyunda kendi eşi olduğu için bir şans verir. Ölüm listesinde olup bir türlü yakalanamayan kişiyi aramak için yola düştüklerinde, birbirlerine konusunu önceden belirledikleri hikâyeleri anlatacaklar, anlatılan her hikâye için Cezzar Dede’ye bir saat daha yaşama hakkı verilecektir. Diğer taraftan torunlarına anlattığı masallarla epeyi tecrübe edinmiş olan Cezzar Dede kolay bükülemeyecek bir bilektir. Böylece ana olay içerisinde hikâyelerle donatılmış bir kovalamaca başlar.
“Güneşli Günler, Bidaz'ın Laneti, Bir Hac Ziyareti, Dünya Tarihi, Ezine Canavarı, Hırsızın Aşkı, Şarap ve Ekmek, Gökten Gelen Çocuk” olarak karşımıza çıkan hikâyeler, sonunda Efrâsiyâb’ın şemsiyesi altında toplanıyor.
Türk toplumunun yaşadığı ve yaşattığı halk kültürünün küçük parçaları, batıl itikatları, çöpçatan teyzeleri, büyüklere nutuk atan beş yaşındaki çocukları, pısırıkları, nemrutları, cadalozları, hırsızları, definecileri, esnafları, toplumsal inançlarıyla…
Usta bir elden çıktığı hemen anlaşılan, alt kurguları oldukça derin, akıcı bir dille yazılmış hikâyelerden oluşan bu eseri mutlaka okumanızı dilerim.
***
“Kavuşunca meşk, kavuşamayınca aşk olduğunu söylerler. Sevgisini kalbinde taşıdığı sürece herkes ona kavuşmuş demektir bana göre.” (s. 185)