Hayat, aslında bir sahne değil midir? Üzerinde sergilediğimiz her şey, görünmeyenin özenle işlenmiş bir provasından başka ne olabilir ki? Sahneye çıkmadan önce, kuliste yaşanan kargaşayı bir düşünelim.

Heyecanla birbirine karışan sesler, ayak seslerinin yankısı, ter içinde kalan yüzler, son kez düzeltilen kostümler, ezberlenen repliklerin zihinde sessizce tekrarı… Tüm bu karmaşanın ardından perde açılır ve izleyiciler yalnızca mükemmel görünen bir oyuna odaklanır. Oysa asıl hikâye, perde arkasında gizlidir...
İnsanın yaşamı da böyle değil midir? Gördüğümüz zaferler, başarılar, mutlulukla parlayan yüzler aslında görünmeyen bir mücadeleyle yoğrulmuş bir hikâyedir. Her biri görünmeyenin, emeğin, sabrın ve kimi zaman bitmek bilmeyen mücadelenin izlerini taşır. Bir ressamın bitmiş tablosuna hayranlıkla bakarken o tuvaldeki her fırça darbesinde gizli tereddütleri, defalarca silinen katmanları göremeyiz.
Hepimizin günlük hayatında böyle anlar yok mudur? Akşam yemeğini hazırlarken, ne giyeceğimize, saçımızı nasıl yapacağımıza kadar karar verirken… Özellikle özel bir davete katılacağımızda, bu süreç daha da belirginleşir. Saatlerce hazırlanır, dakikalarca aynanın karşısında, “Bu olmadı, bunu mu denesem?” diye düşünerek kıyafetimizi, saçımızı defalarca değiştiririz. Sonunda, en iyi halimize ulaştığımızı düşündüğümüz o an gelir ve sahneye çıkarız. Ama dışarıdan bakanlar, bu sahne arkasındaki kaosu görmez. Onların gördüğü, sadece “kusursuz” bir sonuçtur. Oysa o mükemmel görünen anın ardında görünmeyen bir süreç vardır.

Bunu hayatın pek çok alanında deneyimleriz: Bir başarıyı kutlarken, bir zaferi sevinçle paylaşırken, bir çocuğun ilk adımlarını attığı o mutlu anı izlerken… Her birinin ardında benzer bir hikâye yatar. Bir çocuğun ilk adımlarına bakalım: Heyecan dolu kahkahalar, mutlu alkışlar… Ancak bu adımların ardında, yüzlerce kez düşüş, minik ellerin destek arayışı ve yılmadan tekrar ayağa kalkış vardır. Çocuk, her düşüşünde güçlenir, her ayağa kalkışında bir adım daha atar. Tıpkı bizim gibi… İnsan hayatı da bu döngüyü tekrarlar: Düşeriz, kalkarız, tekrar deneriz. Çünkü hayat dediğimiz şey, vazgeçmeyenlerin hikâyesidir. Bir çocuk, her yeni adımında güçlenirken, bizler de yaşadığımız zorluklardan sonra daha olgunlaşır ve daha dirençli hale geliriz.

Bir an durup düşünelim: Kaç kez yanıldık? Kaç kez başkalarının ışıl ışıl parlayan sahnelerine bakarken, o ışıkların ardında ne kadar karanlık bir koridor olduğunu fark etmedik? Çoğu zaman, o parlayan anların ardındaki karanlık koridorları gözden kaçırırız. Oysa hayatın en büyük yanılgısı, sahneye çıkılan anı her şeyin başlangıcı ve sonu sanmaktır. Oysa o an, sadece bir parça görünümdür. Sahnenin arkasında, perde arkasındaki mücadele, her hikâyenin gerçek anlamını oluşturur. Her başarı, her gülümseme, her mutlu an, bir öncekilerin zorluklarının, düşüşlerinin ve yeniden kalkışlarının bir sonucudur. Bu süreçler, insanın hayatına anlam katar.

Görünmeyen her şey insana anlam katar. Çünkü görünmeyen; emektir, sabırdır, vazgeçmemektir. Bir dostun kahkahasında geçmişin acılarını saran sıcaklık vardır. Bir gülümseme, belki de ardında binlerce kırıklık taşır. Bir bakış, yaşanmış yılların tüm ağırlığını ve o ağırlığın getirdiği bilgelik izlerini taşır. İnsan yorulur, durur, yeniden kalkar ama o yorgunluk bile hikâyenin en kıymetli parçasıdır.
Hayatın büyüleyici yanı da burada saklıdır: Çabalarımızın, kayıplarımızın ve mücadelelerimizin sonunda bir iz bırakabilmesinde… Belki de bu yüzden bir kahve kokusunda bir dostluğun sıcaklığını hissederiz. Bir gülüşte, bir fırtınanın küllerinden doğmuş baharın izini buluruz. Çünkü hayatı güzel yapan, görünmeyenin ardındaki hikâyelerdir.

Ne kadar gizlenirse gizlensin, görünmeyen emekler hayata bir iz bırakır. Ve o izler, insanı insan yapan en değerli mirastır. Çünkü izler, yalnızca çabanın değil, o çabanın ardındaki ruhun yansımasıdır. Bir tablonun renklerinde, bir eserin cümlelerinde ya da bir kahkahada saklı olan her şey, aslında bizim görünmeyen geçmişimizin birer yansımasıdır.

Kendi hikâyenizi sevin. Görünmeyen çabalarınızı, fark edilmeyen yaralarınızı ve kimsenin bilmediği savaşlarınızı sevin. Çünkü sizi siz yapan, perdenin önündeki değil, ardındaki o sonsuz sahnedir. Ve o sahnede oynanan her oyun, bir gün mutlaka hayata yansır…

Sevgiyle ve hikâyenizin farkındalığıyla kalın…