Daha 13 yaşında iken merhum Zeki Müren için “Gönlümdeki Bahar Geçti Kış Geldi” bestesini yapan Türk sanat dünyasının ünlü ismi Onur Akay Haberes Dergisi’nin 30’uncu sayısına konuk oldu.

Yazarımız Cem Aksu ile müzik dolu keyifli sohbet eden Akay; “Bazı bestekârlarımız ve yorumcularımız eğitime önem vermedikleri için maalesef Türk musikisinin bir ilim olduğunu da unuttular ve tabii ki Türk mûsıkîsinin usulleri, makam zenginlikleri ve form zenginlikleri de unutulmaya başladı” dedi.

Sevgili Onur Akay Haberes dergimize hoşgeldiniz. Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim. Sanat dünyasında, bestekâr, ses sanatçısı, şair, yazar, sunucu ve oyuncusunuz. Çok güzel başarılara imza atıyorsunuz. Bu kadar çok yönlülüğe nasıl yetişiyorsunuz? Bu başarıların sırrı nedir?

Hoş bulduk. Bende ilginize gönülden teşekkür ediyorum. Kolay değil ama bu başarının sırrını iki anahtar kelimemle açıklayabilirim. İstikrar ve sabır… Bir de bu saydıklarınız beni ben yapan detaylar aslında. Beklenileni değil inandığımı yaptım ve asla vazgeçmedim.

Ankara doğumlusunuz. Çocukluğunuz nasıl geçti Ankara’da? Ailenizde sanat ile uğraşan var mıydı? Sanat adına sizi yönlendiren oldu mu?

Evet, Ankara’da dünyaya geldim ve çocukluğum çok güzel geçti. Evet, ailemizde de vardı ama Akçay’da yazlığımız olduğu için yaz aylarında Akçay’da bulunuyordum ve orada yaşayan büyük şair Cemal Safi ile tanışmıştım. Cemal Safi’nin yanında hemen hemen Türk musikinin en önemli isimleri ile tanıştım ve çalışma fırsatı yakaladım. Şiirlerimi Semahat Özdenses, Erol Sayan, Suat Sayın, Necdet Tokatlıoğlu, Teoman Önaldı, Amir Ateş, Rüştü Eriç, Necdet Varol, Sadun Aksüt, Erdinç Çelikkol, Zeynettin Maraş, Gündoğdu Duran, Turhan Taşan, Osman Babuşçu, İlgün Soysev ve Cengizhan Sönmez gibi unutulmayacak eserlere imza atmış büyük bestekârlar besteledi.

Çok küçük denilebilen bir yaşta sözleri Zeki Müren’e ait ‘’Gönlümdeki Bahar’’ isimli bestenizi yaptınız. O yaşta bunu nasıl yapabildiniz? Nasıl bir duygu yoğunluğu vardı?

Yıl 1990, henüz 13 yaşındayım. ANA isimli dönemin ünlü edebiyat dergisinin sahibi ve Zeki Müren’in de yakın dostlarından şair Necla Ünal ile tanıştım. Necla Hanım’ın bana çok büyük katkıları oldu. Sesimi dinleyerek Zeki Müren’e benzeten Necla Hanım’a beste yapmak istediğimden de bahsedince, sesimi kaydettiğim bir kaset istedi ve ben de hemen kendisine takdim ettim. Kısa süre sonra bana Zeki Müren’e ait bir şiir getirerek: “Zeki Müren’e seni anlattım ve sesini dinlettim ve bu şiirini senin bestelemeni istedi” deyince dünyalar benim olmuştu. Ve sözleri Zeki Müren’e, bestesi bana ait olan “Gönlümdeki Bahar Geçti Kış Geldi” isimli Hicaz makamındaki ilk bestemle sanat hayatına adım attım. Üstelik henüz nota nedir, yapılan beste nasıl notaya alınır bilmeden. Yani bilimsellik olmadan duygudan yola çıkıp, güfteyi gönül yoluyla yaklaşık üç ay içimden müzikli olarak bir şarkı gibi söyleyerek, beynimde dolaşan ezgilerle uyumlu hale getirmiş ve kasete kaydetmiştim. O kaseti alan Necla Ünal tekrar Zeki Müren’e dinletti ve Sanat Güneşinin bestemi çok beğendiğini söyleyince, bestecilik ve sanat hayatımın ilk başında bu bana en büyük kamçılama oldu diyebilirim.

Beste yaparken nelere dikkat edersiniz? Güfte seçimindeki en önemli kriteriniz nedir? Sözlerini yazdığınız ve aynı zamanda kitabınızın da ismi olan "Görmeden Sevmek" isimli Cengizhan Sönmez ile ortak çalışmanız dinleyiciler tarafından çok sevildi. Murat Seçkin’in de yorumu fevkaladeydi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Güfte seçimi ile ilgili en büyük dersi bana büyük bestekâr Avni Anıl verdi. Avni Hoca, “Sen seçme şiirler bulur seni demişti.” Yani ben seçmiyorum şiirler buluyor beni. Beni bir yerlere götüren şiir beynimde ezgiler yaratıyor. Bunların hepsini Avni Anıl Hocamdan öğrendim. Cengizhan Sönmez günümüzün en değerli bestekârlarından. Cengizhan iki şiirimi besteledi. Görmeden Sevmek gerçekten çok sevildi. Tabii bunda sesini ve yorumunu çok beğendiğim iki sanatçı dostumun payı çok büyük. Biri değerli hoca ve ses sanatçısı Gülşah Sönmez, diğeri de değerli şef ve ses sanatçısı Murat Seçkin. İkisinin o güzel yorumundan şarkımı dinlemek bana sonsuz mutluluk verdi. Telefonum hep Murat Seçkin’in söylediği Görmeden Sevmek şarkımızla çalar.

Türk Musikisine üç güzel makam kazandırdınız. Yeni makam terkip etmek çok zor ve büyük bir üstatlık gerektiriyor. Bu çalışmayı nasıl yaptınız? Böyle bir çalışmayı yapabilen bir bestekâr mutlaka meşk sistemi ile yetişmiştir. Sizde böyle bir sitemle mi yetiştiniz? Hocalarınız kimlerdi? Nasıl yetiştiniz?

Hocalarım dönemin en büyük nazariyat hocaları İsmail Hakkı Özkan ve Necdet Varol’du. Müstear’lı Nikriz, Müstear'lı Hicaz ve Zirgüle'li Pençgâh isimlerini verdiğim üç bileşik makamı terkip edip takım besteleyince, ilk konservatuvarda hocam olan İsmail Hakkı Özkan’la paylaştım. İsmail Hocam inceleyince kitabım için bir sunum yazısı yazarak, "Bu, Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi’den Zekâi Dede’ye, Rauf Yektâ Bey’den benim hocam Gavsi Baykara’ya ve onun kanalıyla bana ve benden de sana kadar uzanan bir meşk silsilesidir” ifadelerini kullanmıştı. Necdet Varol Hocam da 2003 yılında kitabıma bir sunum yazısı yazarak, "Bulduğun ve terkip ettiğin makamları takım ve örnek bestelerinde analiz ettiğimde, aklıma ilk gelen şey peynirli börek oldu. Peynir ve börek var ama senden önce peynirli börek yapan olmamış” ifadelerini kullanmıştı.

“Yüzyılın Bestekârı” ödülünü aldınız. Bu ödül ile ilgili neler anlatmak istersiniz? Başka ödülleriniz var mı?

Benim için en önemli ödüllerin başında geliyor. Üç bileşik makamı bulup terkip edince, bu özel buluşum nedeni ile 2000 yılında Ana isimli dönemin ünlü edebiyat dergisi tarafından, “Yüzyılın Bestekârı” Ödülü ile ödüllendirildim. Ödülümü, Kale Grubu'nun Kurucusu ve Onursal Başkanı Dr. Hacı İbrahim Bodur'un elinden almıştım. Çok önemli dernek, federasyonlar ve platformlardan TSM’ye Katkı Koyan Yazar, Yılın Sanatçısı Ödülü, Yılın Söz Yazarı Ödülü ve 30. Sanat Yılı Ödülü gibi çok sayıda ödül aldım.

Kitaplarınızdan ve albümlerinizden bahseder misiniz? Kitaplarınız aynı zamanda da kaynak kitap olarak kullanıldı değil mi?

2020 yılında, “Türk Mûsıkîsinde Makamların Oluşması ve Seyir Tekniği” isimli konservatuvarlar için yazdığım ders kitabım çıktı. 2021 yılında ise “Görmeden Sevmek” isimli şiir, beste, anı ve röportaj kitabım çıktı. Biri okullara biri ise basına çok büyük kaynak oldu. Görmeden Sevmek 70 bin üzerinde satış yakaladı. Avni Anıl’dan Yıldırım Gürses’e, Suat Sayın’dan Necdet Tokatlıoğlu’na ve Cemal Safi’den Halil Soyuer’e kadar önemli bestekâr ve şairlerle röportajlarım ve çok özel anılarım oldu. Türk sanat müziğinin çok büyük isimleri ile TRT’ye ortak eserler verdik, şiirlerimi bestelediler, röportajlar yaptık. Gelecek kuşaklar için mutlaka yazmak zorundayız. Bu gibi kaynaklardan yoksunuz. Bazı kişiler anıları yazmış olsalardı bizler de onlardan kim bilir ne dersler alacaktık. İşte, bu nedenle sanat hayatımdaki anıları paylaşarak; bizden sonraki dönemlerin okuyucuları musikinin en önemli isimleriyle olan anılarımı ve röportajlarımı okusunlar, yapmış olduğumuz işler yol göstersin, örnek olsun onlara istedim. “İstanbul Ağlıyor” ve “Bu Gece Kalıyorum” isimli albümlerim, 90’lı yıllarda ve 2000’li yılların başında çok sevilmiş ve çok satmıştı. Daha sonra sadece single çalışmaları yaptım. En son 2019 yılında “Yakalım Gemileri” isimli şarkımda, efsane sanatçı Ayşe Mine ile düet yaptık, klip çektik ve çok büyük bir ilgi aldık.

Siz sanatçı arşivlerini de biriktiriyorsunuz. Yani Türk Musikisinin değerli sanatçıların arşivlerini topluyorsunuz. Buna nasıl başladınız? Bu arşivi ileriki yıllarda bizlerle paylaşacak mısınız?

10 yıldır paylaşıyorum. Çok sanatçının özgeçmişi benim arşivimden çıkarak internete düşmüştür ve çok sanatçının da özgeçmişini ben araştırarak yazmışımdır. Semahat Özdenses bana büyük bir sanat arşivi bıraktı ve öylelikle başladı. Hatta Özdenses’in arşivini TRT ile paylaştım. TRT Müzik evime gelerek özel bir belgesel çekti

Ülkemizde Türk Musikisinin geldiği durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yapılan yeni eserleri bir bestekâr olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk Musikisinin geliştirilmesi için neler yapılmalı sizce?

Türk müziğini eğlendirme unsuru gibi gösterenler yüzünden durum çok iyiye gitmiyor. İyi ki TRT var diyorum ama TRT de yıllar önceki gibi değil tabii. Özel kanallar zaten bizim müziğimizi anlayacak seviyede değil ama Türk musikisi her zaman değerini koruyor. Bazı bestekârlarımız ve yorumcularımız eğitime önem vermedikleri için maalesef Türk musikisinin bir ilim olduğunu da unuttular ve tabii ki Türk mûsıkîsinin usulleri, makam zenginlikleri ve form zenginlikleri de unutulmaya başladı. Eğitimi çok iyi olan sanatçılarımız, mesela bir Cengizhan Sönmez gibi sanatçılarımız genç nesli de yakalayabiliyor. Genç sanatçılarımızın Sayın Sönmez’i örnek almasını çok isterim. O zaman birçok şey değişir.

Amatör Korolar ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Sanata ve kültüre hizmet etmeye çalışan korolarımız tabii var ama genelde amatör korolar bazı kişilerin egosunu tatmin edeceği yerler oldu maalesef. Gün geçtikçe artan koroların ve yapılan işlerin kalite düzeyleri düşüyor. Şeflik derin bir mûsıkî bilgisi, donanım, kültür ve en önemlisi deneyim gerektirir ama günümüzde maalesef herkes şef!

Siz aynı zamanda magazin yazarısınız değil mi? Bu sektörde ünlülerin felaket tellalı diye anılıyorsunuz? Bu anılma nasıl oluştu?

Evet, magazin yazarlığı da yapıyorum. Maalesef genç gazetecilerimiz eski yıllarda meşhur olan değerli ve gerçek sanatçılarımızı tanımıyor. Onların sağlık ve ölüm haberlerini yazdığım için bana magazin basını bu lakabı taktı. Beni geçtiğimiz aylarda telefonla arayan değerli sanatçımız Bülent Ersoy, "Sizin arkanızdan hep şey derim. Hakkınızı helal edin. Ayol kara haberci... Nerede ölü var, anında, daha kaldırılmadan haber veriyor diye. Kim ölmüş on gün sonra çıkıyor piyasaya siz olmasanız” dedi ve helalleştik. Evet, gerçekten bu lakabı taktıklarında yazmadım ama 15 gün geçti bazı değerli sanatçılarımızın ölümünü yazan olmadı. Tabii içime hicran oldu. Dayanamadım yazdım 15 gün sonra son dakika diye girdiler. Bende bir daha bu lakaba takılmadım ve hep yazdım. Ancak gençlerin çok dikkatini çekti bu “Felaket Tellalı” lakabı. Sahne programlarıma akın akın gençler geliyor ve bende onlara Türk mûsıkîsini aşılıyorum.

Eskişehir’e daha önce hiç geldiniz mi? Neler söylemek istersiniz şehrimiz için?

Evet, Eskişehir’den çok geçtim ama özellikle iki kere gezmek için geldim ve çok sevdim. Modern ve çok güzel bir yer Eskişehir. Porsuk Çayı’nda kayıkla gezerken kendimi Venedik’te hissettim. Kalabak suyunuz da unutamadıklarım arasında.