Her zaman söylemlerimde vurguladığım bir şey var “Şiddetin her türlüsüne dur diyorum!” Çünkü çok sayıda nedeni ve trajik sonuçları olan şiddet, toplumumuzun kanayan bir yarası olmaya devam etmekte.
Her gün kadınların, çocukların, sağlık çalışanlarının, sanatçıların yani toplumda her kesimden bireyin şiddete uğradığına tanık oluyoruz. Sanatçı Onur Şener’in çok sevdiği ailesinden istek parça çalma talebini yerine getirmediği gibi basit bir gerekçe ile hayattan koparıldığı cinayet gibi hepimizi derinden sarsan, yüreğimizi yakan olaylar ile toplumsal şiddetin geldiği durumun ne kadar kaygı verici hale geldiğine tanıklık ediyoruz. Şiddet sıradanlaşmamalı, şiddetin sıradanlaştırılmasına izin verilmemelidir! Bu konuda hiç vakit kaybetmeden ulusal ve yerel eylem planları harekete geçirilmeli ve bununla birlikte cezaların yaptırım gücü arttırılmalıdır.
İnanıyorum ki herkes şiddet kültürünün gerek kaynaklarıyla gerekse sonuçlarıyla mücadele etmek için kararlılıkla hareket eder ve güçlerini birleştirirse ülkemizde olumlu bir değişim sağlanacaktır. Medya, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, siyasal partiler, dini kurumlar, meslek kuruluşları şiddetle ve istismarla mücadele etmek için birlikte çalışmalı, ortak akılda buluşmalı, belki de adına ‘insanlık’ diyebileceğimiz bir koalisyon oluşturmalıdır. Özellikle medya şiddeti ve istismarı giyim tarzı, tahrik etme gibi nedenselliğe bağlamamalı, istismarı meşrulaştırmamalıdır. Medya bu konuda toplumu doğru bilgilendirme ve bilinçlendirme noktasında sorumluluklarını yerine getirmelidir.
Ayrıca kanunların, şiddetin her türlüsüne karşı, en caydırıcı unsur olması tartışılmaz bir şartken, temelde yatan çarpık zihniyetleri normalleştirmek de hayati bir gereksinimdir. Nitekim tüm araştırmalar, ilgili şiddetin köklerini ilaçlamadıkça diğer önlemlerin istenen etkiyi yeterince göstermediğini söylüyor. Yani başta kadınlarımıza ve çocuklarımıza yönelik olmak üzere şiddetin her türünü ortadan kaldırabilmek adına atılması gereken pek çok adım var. Tabi bu arada, yaşanan tüm deneyimlerden elde edilen bilgilerin ışığında hazırlanan “İstanbul Sözleşmesi”nden çıkarak toplumsal cinsiyet eşitliğini durdurmak ve aşındırmak isteyen siyasetin yarattığı riskin, sadece kadınlar ve çocuklarımız için değil, tüm insanlık için de bir risk olduğunu da her zaman olduğu gibi, tekrar vurgulamak isterim.
Unutulmamalıdır ki şiddetin her türlüsünün, kadın cinayetlerinin ve cinsel istismarın rutinleştiği, bir yerde ekonominin, eğitimin, ailenin, sokağın, ticaretin, çalışma hayatının, kısacası hiçbir şeyin normalleşmesi mümkün değildir.
En utanç verici insan hakları ihlali olan şiddet olayları devam ettiği sürece, eşitliğe, kalkınmaya dair de gerçek bir ilerleme sağlayacağımızı iddia edemeyiz. Kadınlarımızın ve geleceğimiz olan çocuklarımızın, sağlık çalışanlarının, sanatçıların özetle hiç kimsenin şiddete – istismara uğramadığı, öldürülmediği, yok sayılmadığı bir Türkiye için mücadelemizi sürdürmeye kararlılıkla devam edeceğiz.