Türkiye’deki ekonomik adaletsizlik, asgari ücretlilerin, emeklilerin ve aynı zamanda kamu hizmetinin temel taşlarını oluşturan memurların da hayatını güçleştiriyor. Memurlar, sabahın erken saatlerinden geceye kadar devletin çarklarını döndürürken, aldıkları maaşlarla geçimlerini sağlamakta zorlanıyorlar. Yetersiz maaş artışları ve karşılığını bulamayan emekleri, onları çıkmazda bırakıyor.

Ülkenin işleyişine katkıda bulunan memurlar, toplumun sessiz kahramanlarıdır. Bir öğretmen, sınıfındaki öğrencilerine geleceğin temellerini atarken, kendi çocuklarına yeterli zaman ayıramaz. Sağlık çalışanları, gece gündüz demeden hayat kurtarmaya çalışırken kendi sağlığını hiçe sayar. Adaletin ve güvenliğin sağlanmasında emeği geçen memurlar, yıllarca halk için hizmet ettikten sonra, hâlâ hak ettikleri yaşamı sürememektedirler. Bugün memurlara yapılan maaş zammı, hayat pahalılığı karşısında adeta kaybolmuş, marketlerdeki fiyat artışları, kira bedellerindeki yükselme ve günlük yaşam giderleri bu zammı yok etmektedir. Peki, bir memur neden elektrik ve doğalgaz faturalarını nasıl ödeyeceğini düşünmek zorunda kalmaktadır? Neden her akşam maaşını nasıl yetiştireceğini kaygı içinde uykusuz geçirmektedir? Devletin düzenini sağlayan bu kahramanların emekleri, hak ettikleri ekonomik güvenceyle ödüllendirilmelidir. Çalışan memurlar, emekli olduklarında aynı hayal kırıklığına uğramamak için bugün haklarını talep etmektedirler.

Türkiye’deki kamu kaynakları, ne yazık ki adil bir şekilde dağılmamaktadır. Lüks makam araçları, israf içinde geçirilen protokol yemekleri ve toplumdan uzak bir yaşam süren ayrıcalıklı kesimler, emek veren memurların, emeklilerin ve işçilerin emeklerinin yok sayıldığı bir sistemin parçasıdır. Bir yanda geçim derdi çeken, asgari ücretle yaşamaya çalışanlar, memurlar ve emekliler diğer yanda devletin nimetlerinden beslenen ayrıcalıklı kesimler yer almaktadır. Bu, adaletin ve eşitliğin yok sayılmasıdır.

Onurlu bir yaşam, sadece bazı kesimlerin değil, tüm emekçilerin hakkıdır. En düşük maaşlar, gerçek enflasyon oranlarına göre düzenlenmeli, kaynaklar adil bir şekilde topluma dağıtılmalı ve israfın önüne geçilmelidir.
Emekliler ise emeklerine yabancılaşmış durumda.
Türkiye’de emekliler, toplumun omurgasını oluşturan, yıllarca çalışan, üreten ve ülkenin gelişimine katkıda bulunan bireylerdir. Ancak, bu fedakârlık dolu yılların ardından emeklilik, hak edilen bir huzur dönemi yerine, ekonomik ve toplumsal zorluklarla dolu bir hayatta kalma mücadelesine dönüşmüş durumda. Bugün, en düşük emekli maaşı olan 14 bin 469 TL, artan hayat pahalılığı karşısında yetersiz kalmakta; kira, faturalar ve temel ihtiyaçların maliyeti bu maaşı adeta eritmektedir. Ortalama bir ev kirasının 15 bin TL’yi aştığı bir ülkede, emekliler bırakın refah içinde yaşamayı, başlarını sokacak bir ev bulmak için dahi mücadele etmektedir.
 
Emeklilik, yıllarca verilen emeğin karşılığını huzur ve güvence içinde alma dönemi olmalıdır. Ancak ne yazık ki, bugün Türkiye’deki emekliler bu huzuru bulamamakta, aksine, hayatlarını sürdürebilmek için maddi yetersizliklerle boğuşmaktadır. Bu şartlarda bir emekli, toplumun vicdanına bir soru yöneltir: Bu adalet midir?
Üstelik emeklilik, yalnızca ekonomik bir sorun değildir; toplumsal bir adalet meselesidir. Bugün emekliler, toplumun geri kalanından soyutlanmış bir şekilde, yıllarca verdikleri emeğin karşılığını alamamanın acısını yaşamaktadırlar. Onlara hak ettikleri değeri vermemek, yalnızca bireysel bir sorun değil, toplumsal bir çöküşün işaretidir. Bir toplum, emekliye hak ettiği onuru vermezse, gelecekte çalışacak bireyler için nasıl bir motivasyon sunabilir? Bugün emeklilere gösterilen saygısızlık, gelecekte genç nesillerin topluma olan inancını sarsacak bir adaletsizliğin tohumlarını ekmektedir.
 
Emekliler, yalnızca geçmişin sessiz tanıkları değil, bugünün hak eden bireyleridir. Bugün onlara layık görülen yaşam koşulları, yalnızca bir ekonomik yetersizlik değil, aynı zamanda toplumsal bir vefasızlıktır. Emeklilik dönemini hak ettiği şekilde yaşamak, onların hem insani hem de vatandaşlık hakkıdır. Bu nedenle, emekli maaşlarının gerçek enflasyon oranlarına göre düzenlenmesi, sosyal hizmetlerin iyileştirilmesi ve emeklilerin toplum içinde hak ettikleri saygıyı görmesi bir zorunluluktur.
 
Bir toplum, emeklerini görmezden geldiği bireylerle geleceğini inşa edemez. Emeklilere hak ettikleri yaşam standartlarını sağlamak, yalnızca bir sosyal politika gerekliliği değil, aynı zamanda toplumsal vicdanın ve adaletin bir gereğidir. Çünkü emekliler, toplumun geçmişini taşırken, geleceğin vicdanını da şekillendiren bireylerdir. Onlara hak ettikleri değeri vermek, yalnızca bireysel bir borç değil, toplumsal bir sorumluluktur...