“Yolculuk sırasında insan ya kendine gidermiş ya da kendinden gidermiş.” (s.36)
***
Romanda bir gidişin hikâyesi anlatılıyor.
Kendinden gidişin…
İstenmediğinden dolayı babasız, erken öldüğünden annesiz büyümüş avukat-yazar Sedat, yaşamını sürdürürken geçmişinde kalan ve bir türlü unutamadığı bir gençlik aşkının etkisinden kurtulmayı başaramayınca, birden bilinmeyen bir yerlere doğru yola çıkar.
Bir kaçıştır bu; bir çeşit her şeyden, insanlardan, tanıdıklardan, geçmişten uzaklaşmak ve kimsesizliği yaşamak isteğiyle doğaçlama yön alan bir kaçış. Bir yerlerde bir demet huzur, bir tutam mutluluk arayışıdır.
Bildiği ‘ben’den kaçıp kendine yeni bir ‘ben’ arama yolculuğudur.
Aradığını rastgele ulaştığı bir yerleşim yerinde bulur. Özellikle tanıştığı ihtiyar edebiyat öğretmeni ve tanıştığı bir genç öğretmen kız hayatını doldurur.
Genç öğretmene tutkuyla bağlanırken bile,
“Ne kadar uğraşsam da içimde yeniden yeşermeye yüz tutan duygular susmuyor ki! Bir çocuğun oyuncağını kaybedip ağlaması ile yeni bir oyuncağa kavuştuğunda sevinmesi gibi bir şey bu! Eski ve yeni oyuncak arasında yaşanan gelgitlerden başka bir şey değil, ilkini kaybetmek, ikincisine bağlanıp kaybetmekten korkmak. Tarifsiz duygular içindeyim.” (s.79) cümleleriyle aktarılan ikircikli aşkın geçmişin acı deneyiminin gölgesini def edememektedir.
İyi insanlar arasındayken bile kıyıdan köşeden başını sivriltmeyi beceren kötülükle uğraşırken yanında olan, destek veren yeni tanışların arasında ele geçirilen bir mutluluk.
***
Yazarın kasabaya yerleşmesi, köydeki öğretmenlerle tanışması, bir kitap kafe açılmasına önderlik etmesi, insan ilişkileri ve Sedat’ın öyküsünün içinde ağırlıklı bir yere sahip ihtiyar öğretmenin içleri burkan öyküsü…
Hani nereye gidersen git insanın peşini bırakmaz ya geçmişi.
Romanımızda da tamamen isim benzerliğinden kaynaklı bir haberin bu ücra kasabaya ulaşmasıyla geçmiş gelip boğazına yapışıyor, tırnaklarını geçiriveriyor huzuru yeni tatmış yüreğe.
Düşülen karanlığı dağıtanın yine aşk olması da kitabın geride kalan bir mesajı.
***
İhtiyardan kendisine miras kalan ‘bir kırık gözlük, bir kırmızı not defteri’nde kendi derin meçhulüne ulaşmasıyla sonlanan oldukça girift bir kurguyla karşı karşıyayız.
Özellikle ihtiyarın ölen eşiyle ilgili söylediği “Tarifi imkânsız bir aşktı, bir tutkuydu bizimkisi. Sol yanım hep özlüyor onu, sağ yanıma yatıyorum hep, sol yanım bana yakın olsun, yanımda olsun diye.” (s.57) sözünü okurken duygu deryasına dalmaya hazır olmak gerekiyor.
***
Adeta herkesin, aradığı kendisiyle bir yerlerde buluşma potansiyeline sahip olduğunu kanıtlayan bir öykü okuduğumuz.
Yeter ki arama kararlılığı gösterilsin.
Kitapta, bir çeşit kendiden kaçış yaşanırken, içine düşülen iyi insanların inşa ettiği sıcacık kasaba hayatının resmi çizilmiş adeta. Okurken, kitabın içeriğine sinmiş olan eski Türk filmlerinin sıcaklığını hissetmemek mümkün değil.
***
Tanış olduğum bir eğitimci dostun insanda hoş duygular, dimağında film tadı bırakan bu romanını zevkle okudum.
Aşırı betimlemelere girmeyen, laf ebeliğine kaçmayan dili, oldukça yaşamın içinden alınmış diyalogların bolluğu, okura okuma kolaylığı sağlıyor.
Öncelikle Sayın Sebahattin Eker’i eserinden dolayı kutlamak gerekir. Zira usta işi bir varoluş çabasını en sade, en anlaşılır dille bizlere aktarabilmiş.
Ve ben de, tanıdığım tüm naif duygularla donanmış kitapseverlere zevkle tavsiye edebiliyorum.
İyi okumalar.
***
“… bazen yaşamak istediğin hayatla yaşadığın hayat çatışmaya başlar, yıllar yorar seni, kurtulmak istersin cendereden, cebelleşirsin hayatla, işte sana yaşatılmaya çalışılan hayat kendinden gitmektir; çünkü kaçmak istersin sana diretilenden.” (s.49)