“Olasılık teorisi, hayatın sayılara dökülmüş halidir.” (s.124)
Çevremizde öyle insanlar vardır ki, tesadüflere inanmaz; tüm olasılıkları iyice hesapladıktan sonra seçimini yapar.
Mesela, şanslı sayısını da katarak sayıların çıkma oranına göre sayısal oynar; kendisi tutturamayıp başkalarının ödül topladığını görünce, kendi şansına yanar.
Bir yere gitmek üzere yola çıkarken hava ve trafik durumunu izler, geçmişe de bakarak güzergâh belirler; gitmediği yol ile ilgili olumsuz bir haber alınca da “öbür yoldan gitmediğim ne iyi olmuş” diye kendini takdir etme ihtiyacı duyar.
Borsa yatırımı yapıp da kazançlı çıkan şansına sevinirken, onun için “tüyo almış” diyen birileri her zaman bulunur. Alınan bir malın kısa süre sonra fiyatı artarsa “amma da şanslıymış ha” demek muhabbetin farzı gibidir.
İnsanlar, olasılık hesaplarını önemseyenlerin, bu kadar ince hesapçı olmalarına önce güler, haklı çıktıklarını görünce de zekâlarını kabul etmek istemez, “adamda şeytan tüyü var” der geçerler. Hayattaki tercihleri doğru çıkanların kazancı akla değil de şansa, kadere bağlanır.
Galiba biraz da “elini nereye atsa değer kazanıyor” diye kıskanılır.
Hem ekonomik, hem yaşamsal birikimiyle olabilirlik yüzdelerinin hesabını yaparak hareket ettiği, olasılıkların hesabını yaptığı düşünülmez nedense.
***
Gelin bir de kendimizi düşünelim.
Eğer kendimizi boşlukta hissediyorsak, yolumuzu kaybetmişsek, kararsızlık yaşıyorsak, yaşadığımız hayat içinde adeta ruhumuzu kaybetmiş gibi hissediyorsak…
Ebatça kalın da olsa, “Adam Fawer”ın içini “ne ararsan var” dedirtecek boyuttaki özel ajan, epilepsi, şizofreni, bilim, kimya, fizik, biyoloji, matematik, felsefe ile harmanladığı, “Olasılıksız” adlı bilim-kurgu kitabına bakalım biraz.
Üniversitede istatistik dersleri veren öğretim görevlisi David Caine, ders sırasında ağır bir epilepsi nöbeti geçirir ve görevi bırakır.
Hayatının her alanında istatistikî bilgilere dayanarak yaşayan Caine, geçimini sağlayabilmek için akademik birikiminin temeli olan olasılık hesaplarını kumarda denemeye kalkar. Sonuç öngördüğü gibi olmayınca da kumarhaneye yüklü miktarda borçlanır. Bu sırada bayılır, hastaneye kaldırılır.
Hastanede, insan beyninin geliştirilerek geleceği görebileceği, çok büyük olasılıkla tahmin edebileceği takıntısı olan, bunu deneylerle kanıtlamak için kendisine âşık asistanı Julya’yı kullanan, Julya’yla işler kötüye gidince kendine yeni denek arayan Dr. Tvesky’nin eline düşer. Borçlu da olunca, teklif edilen deneylerde kobay olmaya razı olur.
Gerçekten uygulanan ilaç deneyi sürecinde, kendisine sorulan konudaki tüm istatistikî verileri kullanarak geleceği görmeye, tahmin etmeye başlar. Bazı çevreler ise mitolojik bir olayın gerçekleştiğini, Caine’in “Laplace’in Şeytanı” olduğunu düşünür.
Bir süre sonra, birçok özelliğiyle kendisine benzeyen, şizofren ikiz kardeşi devreye girer.
Kahramanımızın hemen yanında, ABD gizli bilgilerini parayı veren yabancılara satan, çift taraflı çalışan bir CIA ajanı olan Nava var. İşleri yolunda gitmeyip canı tehlikeye girince, ters düştüğü yabancılara Dr. Tvesky’nin bilimsel çalışmalarını çalıp da vermeyi önerir.
Bu bilgilere ulaşabilmek için Julya’yı ararken, ancak ölümüne yetişir. Julya’nın ölmeden önce söylediği doğrultuda, hayatı tehlikede olan David Caine’i kurtarma planı yapar.
Birçok aşamadan sonra Nava, David Caine’i ölümden kurtarır.
Birlikte hareket ederek, ayrı ayrı kendilerine has yeteneklerini kullanarak olayı çözme çabasına girişirler. İşte bu andan itibaren olasılıklar üzerinden sonu ölümle bitebilecek kovalamacaya okuru da sürüklerler.
Kitapta birçok karakter var ve bunların bazılarının yolları hali hazırda kesişmiş, bazılarının da sonradan kesişiyor. -Çok detaya girmeden- sonu insanlık adına mutlu bitecek bu aksiyondan aksiyona geçilen bilim-kurgu macera romanı, her sayfasında okurun kafasında yeni sorular oluşmasına neden oluyor.
Birçok detay soruyla birlikte, okurun kafasında oluşanlar da sürekli zihinleri meşgul etmeye başlıyor:
“Caine, gerçekten Laplace’in şeytanı mı?”
“İnsan beyin kapasitesinin ne kadarını kullanabiliyor?”
***
Adam Fawer, imza etkinliği için kentimize geldiğinde dinlediğim, diğer kitaplarını da aldığım ve imzalattığım bir yazardır. “Olasılıksız”ı daha önce okumuş ve kafamı karıştırıyor diye beğenmemiştim. Böylesi bir birliktelikten sonra yeniden okuma gereği duydum. Sonuçta bu kitap bir polisiye macera ve bilim-kurgu eseri, edebi romanlardaki değerleri aramak doğru değil.
Baştan da belirttiğim gibi, elimdeki kitaplarına göre çok zeki olduğuna inandığım Adam Fawer’ın, hemen birçok daldan toparladığı bilgilerle oluşturduğu, okura hayranlık veren kurgusu, okuyanı adeta içine çekiyor.
Eğer kafayı, bazı bölümlerde bolca yer alan bilimsel muhabbetin sıkıcılığına, matematiksel işlem açıklamalarına ve sağlıkla ilgili ilaç ve hastalık anlatılarına takmazsanız, anlatım dili oldukça yalın ve akıcı, betimlemeler çok güzel. Bazı noktalar fazla cilalı olsa da, bence kolay okunuyor.
Evlatlarımdan biriyle işlem hızı yarışı yapmıştık zamanında. Bir işlemi, ben hesap makinesinde yavaş işleyen ihtiyar parmaklarımla yazıp da yapıncaya kadar o zihinden yapıp sonucu söylerdi. Galiba okurken, bu anımla da özdeşleştirdim.
İçerdiği olaylar biraz karmaşık olduğundan, tavsiyem kitabın bilim-kurgu olduğunu unutmadan sakin kafayla okunmasıdır.
Olasılıksız için illa okunmalı demiyorum. Ama olasılıklar içinde kaybolmamak için bir şans verebilirsiniz.
***
“Hiçbir şeyden tamamen emin olamazsın; o zaman tahmin yürütmek için kullanılan denklemler hataları en aza indirmek içindir, hata payını ortadan kaldırmak için değil.” (s.261)