Stockholm sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan, duygusal anlamda sempati ve empati oluşması olarak  özetlenebilecek psikolojik durumu anlatan bir terimdir. Bu sendrom adını 1973'te İsveç'in başkenti Stockholm'de meydana gelen bir banka soygunu olayından alıyor.

SOYGUNCUYA KALBİNİ ÇALDIRDI

Banka soyguncusu tarafından yaklaşık altı gün boyunca rehin tutulan bir banka görevlisi, banka soygunu sonrasında soyguncu ile özdeşleşiyor ve birbirleri arasında duygusal yakınlık hissediliyor. Olayın detayları ise çok daha ilginçtir. Bankayı soymaya çalışan soyguncular dört banka yetkilisini altı gün boyunca rehin alırlar ve bu süre zarfında banka yetkililerine çok iyi davranırlar, böylece aralarında sıcak bir ilişki kurulur. Banka yetkilileri, polisin operasyon yapacağını fark ediyor ve soyguncuları uyararak kaçmalarına yardım ediyor. Hırsızlar tutuklandıklarında rehin alınan banka yetkilileri, mahkemedeki soygunculardan şikâyetçi olmak yerine hırsızların avukatlarını kendi aralarında para toplayarak tuttu. Ardından soyguncular lehine ifade vermişler. Diğer taraftan bir kadın nişanlısı bırakıp ilgilendiği bir soyguncu ile evlenmek istemiş. Hatta onun cezaevinden çıkmasını beklemiş. Bu olay o zamanlar “soyguncular bankadan para çalamadılar, ama bazı insanların kalbini çaldılar” şeklinde yorumlandı.  Bugün her şey çalışanlar açısından kötüye giderken,  küçük esnaf siftah yapamadan kepenk kapatırken, ülke  Avrupa'nın mülteci çöplüğüne döndüğü için alınan ücretler düşerken,  Annelerin çöpten çürük domates topladığı,  80 yaşındaki dede ve ninelerin Pazar kenarlarında limon sattığı, Bu rezilliğin sorumlusu iktidar değilmiş gibi milletvekillerinin aşevleri açtığı,  sömürünün giderek arttığı bir dönemde emeği ve üyelerinin haklarını savunmak için kurulan sendikaların, odaların, birliklerin başındaki şahıslarda mı bugün Stockholm sendromu yaşıyor? Emekçilerin sırtından elde ettikleri saltanatlarını korumak için mi kalplerini gönüllü olarak birilerine çaldırdılar.

“DUR BAKALIM NE OLACAK?”

Adamın biri karısından şüphelenir, peşine bir hafiye takar. Hafiye bir hafta kadını izledikten sonra adama raporunu sunar. “Efendim, izlemeye başladığımın ikinci günü siz evden çıktıktan bir saat sonra sizin kapıya lüks bir araba yanaşır. Hanımefendi evden çıkar arabaya biner.” Koca: Dur bakalım ne olacak? Hafiye: Arabadaki adam Hanımefendiyi kuaförüne götürür. Kendisi kapıda bekler. Koca: Dur bakalım ne olacak? Hafiye: Bir süre sonra Hanımefendi süslenmiş bir biçimde çıkar, yeniden arabaya biner. Araba şehrin en lüks oteline yanaşır. Koca: Dur bakalım ne olacak? Hafiye: Resepsiyondan 326 numaralı odanın anahtarını alıp beraber asansörle odaya çıkarlar. Koca: Dur bakalım ne olacak? Hafiye: İki saat odada kaldıktan sonra saçları ıslak bir biçimde otelden ayrılırlar. Koca: Dur bakalım ne olacak? Hafiye: Sonra aynı adam, aynı arabayla Hanımefendiyi sizin eve getirir, bu durum haftada iki kez tekrarlanır. Koca, hâlen daha, ‘dur bakalım ne olacak’ diye sorar.  Cumhuriyetin kazanımlarının haraç-mezat satıldığı, hazine gelirlerinin hasta garantili, araç garantili, yolcu garantili, uçuş garantili yatırımlara aktarıldığı, değerli maden kaynaklarının uluslararası şirketlere peşkeş çekildiği, ormanlarımızın talan edildiği, Atatürk’ün ‘Milletin Efendisi’ olarak gösterdiği Türk Köylüsünün ‘çilenin efendisi’ yapıldığı bir dönemde bunlara en çok ses çıkarması gerekenler daha hala; ‘Dur bakalım ne olacak’ diyor…

///////////////

Tepebaşı İlçe Milli Eğitim Müdürü Mehmet Faideci: Müdürüm, Başbakanın pantolonunu diken adamın torpillisini arkana almışsın ya! Artık sırtın yere gelmez.

Eskişehir İl Milli Eğitim Müdürü Sinan Aydın: Ah ah! sendikanın attığı kazığı kendine kılavuz yaparsan işte böyle burnum b.ktan kurtulmaz.

Eskişehir İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Ali Pehlivan: Atamanın başına geçtikten sonra Muammer Bey’in yürüyüşü bile değişti. Sanki o olmasa İl Milli Eğitim batacakmış gibi hep havalıydı.

Eskişehir İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Barış Hancı: Müdürüm sizin burnunuzun durumunu bilemem. Ancak  Başbakanın pantolonunu diken adamın torpillisi burnundan hiç kıl aldırmıyor. Yarın devran değişirse bu havaları ne olacak?

Odunpazarı İlçe Milli Eğitim Müdürü Murat Sertsöz: Barışcığım; devran değişirse; “Terzi kayınpederim 40 yılık CHP’li. Az mı İsmet Paşa’nın gömleklerini dikmedi” deyip, gemisini yine yürütür.

Eskişehir İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Muammer Demirkan: Ah Gazeteci Ayhan Aydıner, Çankırı’da yediğim haltları nerden bulup, çıkardın ya! Hedefine girmeyeyim diye hep uzak durdum da ne oldu? Aydıner sayesinde Eskişehir İl Milli Eğitim’in eğlencesi olduk.

//////////

UNUTULMAZ REPLİKLER

"Bana çok uzun mektuplar yaz ama sakın bizim adrese gönderme, babam kızar.”  Yol

/////////

ÇİVİ

‘Kurbağayı koltuğa oturtsan, o yine çamura atlar.’ Arthur Miller

////////

FIKRA

Seve Seve İçerdim

Churchill, avam kamarasında konuşurken, muhalif partiden bir kadın milletvekili, Churchill' e kızgın kızgın söyle seslenir:
"Eğer, karınız olsaydım, kahvenizin içine zehir karıştırırdım."
Churchill, oldukça sakin kadına döner ve lafı yapıştırır:
“Hanımefendi, eğer karım siz olsaydınız, o kahveyi seve seve içerdim."