Haydar Tatlıyay ve Haydar Telhüner çok samimi dostlardır. Yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen ve neşeli iki samimi dost. Her ikisi de o dönem bekârdır. Aşkı arayan bir hassasiyet içinde de yaşamaya devam etmektedirler.

Bir gün çalıştıkları meyhaneye yeni bir saz ve ses heyeti gelir. Bu heyetin içinde iki güzel kadın vardır ki; üstatların başını döndürür. O kadar güzel olmalarının yanında hem iyi birer okuyucu hem de iyi birer saz icracısıdır. İki güzel hanım da üstatların ilgisinin farkındadır ve durumdan da hiç şikâyetçi değillerdir. Bir zaman sonra hanımlarda üstatların hissiyatlarına karşılık verir ve o müthiş aşk başlar.

Tatlıyay ve Telhüner hocalar deli gibi âşıklardır artık. Ama bu aşk büyük bir kıskançlık doğurur. Adeta güzellik ve zarafet abidesi kızlar akşamları sahneye çıktıklarında herkesin gözü önünde olmaktadırlar ve bu durum üstatların hiç hoşuna gitmemektedir. Etkili saz icralarının yanında iyi birer de okuyucudurlar. Yürekleri titretecek duyguda çalıp okurken birçok erkeğin de dikkatini çekmeye başlamışlardır. Kızlar da etraflarına bakarken üstatlar neredeyse sinir krizi geçirecek kadar gergin akşamlar geçirirler. Her akşam program sonunda otellerine döndüklerinde kızılca kıyamette kopmaktadır. Karşılıklı ağız dalaşı kızların daha ileri giderek, ‘’Biz sizin esiriniz miyiz? İstediğimiz yere bakarız. Başımıza belâ mısınız?’’ diye bağırmalarına kadar gitmektedir.

Her ne kadar bu kavgalar her gece artan şiddetle devam etse de, yaşadıkları aşk daha baskın gelmekte ve bu sevdadan vazgeçmemektedirler.

Yine bir akşam program dönüşü kıyamet kopar. Bu sefer her zamankinden daha sert ve şiddetli tartışma karakolda bitmiştir. Otelden avaz avaz yükselen sesler o kadar yüksektir ki, yakında bulunan karakoldan bile duyulur. Hemen polisler gelir ve iki ustayı nezarete atarlar.

Ertesi gün çıktıkları mahkemede iki gün hapis cezası alırlar. Fakat ceza amme davası olmadığı ve araya hatırlı kişilerin girmesiyle kadınlar şikâyetlerini geri çekerler. Bu durum âşıklar arasındaki bağın kopuşu olur. Aynı gece kadınlar bavullarını toplarlar ve kaçarlar.

Ayrılık iki büyük üstat için büyük bir duygu boşluğu yaratır. Sevgisizlik boşluğu içinde akşamları gözleri ufka dalıp iki kadehle ayrılık acısını söndürmeye çalışırlar. Fakat bu ateş söneceğine her gece daha çok alevlenir ve ikisini de cayır cayır yakar.

Bir gece sahne sonrası Haydar Telhüner bir köşeye çekilir içini çeke çeke bir şeyler karalar. Haydar Tatlıyay ’da karyolaya uzanmış uyumaktadır. Gecenin ilerleyen saatlerinde Telhüner, Tatlıyay’a,

 ‘Haydar abi kalk, kalk! Çabuk kalk’ diye seslenir. Uykusundan uyanan Tatlıyay hocanın eline hemen yazdığı kâğıdı tutuşturur.

‘’Haydar abi hemen şunu bestele. Bestele de çalalım. Ben içimi döktüm. Bir güfte yazdım.’’

‘’Gönül de şaştı senin elinden ey zalim

Ne yapsın, kimlere bu derdi ağlasın, anlatsın, yansın.

Sen de benden beter olacaksın saçlarını yolacaksın

Elbette en sonunda bir gün gelecek

Bana yaptıklarından utanıp pişman olacaksın

Ağlayıp sızlayıp yanacaksın

Tam üç yıl oldu bu hasret gönlümden gitmiyor

Sen de benden’’

 Haydar Tatlıyay; “Güzel olmuş ama hep beddua etmişsin” der ve bu güfteyi sabaha kadar oturup rast makamında besteler.

Bir sonraki şarkı hikâyesinde buluşmak üzere.