“Yavaş yavaş ölüyorlardı; bu çok açıktı. Düşman değillerdi; suçlu değillerdi; onlar, artık bu dünyaya ait olmaktan uzak, yeşilimsi bir loşluk içinde allak bullak olmuş halde yatan, hastalıklı kara gölgelerden başka bir şey değillerdi.” (s.59)
“Karanlığın Yüreği” (Heart of Darkness), Polonya asıllı İngiliz yazar “Joseph Conrad”ın denizcilik yıllarında Kongo’ya yaptığı bir yolculuktan esinlendiği, 20 yaşından sonra öğrendiği İngilizce ile yazdığı, sayfa sayısı olarak bir novella gibi görünse de içeriği, derinliği ile birçok uzun romandan daha etkileyici, ölümsüz bir eser.
1800’lü yılların Avrupa sömürgeciliğinin eleştirel bir yaklaşımla uygarlık maskesini düşüren, emperyalizm üzerine yazılanların arasında birinciliğe oynayabilecek, Conrad’ın dilin rüzgârına tutunarak denizin özgürlüğünde, anlatma işini iki anlatıcıyla sürdürdüğü kitabı.
Cümlelerin arasında Afrika’nın vahşi doğasının fotoğrafını, bu fotoğrafta da sömürgeciliğin acımasız, karanlık, insanlık dışı halini; acının teslim olmanın, umutsuzluğun tüm biçimlerine girmiş, medeniyet maskesiyle altın ve fildişi uğruna aşağılanan, böcek gibi öldürülen kara adamları satır aralarının loş ışığında görmek mümkün.
Kitap, yaklaşık 25 sayfalık analiz içeren önsöz, 125 sayfalık roman ve Conrad’ın Kongo seyahatinde tuttuğu günlük notlardan oluşmakta. Zorlayıcı bir okuma diline sahip olsa da, İngiliz edebiyatının kült eserlerinden sayılmaktadır.
***
Kitabı okurken üç farklı karanlıkla iç içe kalıyoruz.
İnsan eli değmemiş Kongo’nun karanlığı, Avrupalıların yerlilere yaptığı eziyetin karanlığı, her insanın içinde uykuda yatan kötülük yapma isteğinin karanlığı…
Marlow, heyecan ve para için bir şirketin gemi kaptanı olarak Belçika’nın sömürgesi Kongo’ya gider. Görevi, iç istasyonda en fazla fildişini topladığı için dahi olarak görülen Kurtz’u İngiltere’ye geri götürmektir. Marlow, eski ve küçük gemisiyle tehlikelerle dolu nehrin karanlık derinliklerine yol alırken bilinçaltında da ruhsal bir yolculuğa çıkar.
Kurtz, aydın (!) toplumun bir meyvesi, sömürgeciliğin bir neferi olarak emperyalizmin sahte sloganlarının ışığı altında kendini tanrılaştırmış, uygarlık getirmeye gittiği coğrafyada manen iflas etmiş, içindeki karanlık ortaya çıkmıştır. Yerlileri köle gibi çalıştırmış, yüzlercesini öldürmüştür. Kongo ile bütünleşen Kurtz dönmek istemez ama çok hastadır. Gemiye alınır ve bir süre sonra ölür.
Yazar, emperyalizmin yozluğunu Kurtz’un bedeninde somutlaştırmıştır.
***
Yazar olayları, duygu yoğunlukları arasına sarmalayarak kronolojik bir sırayla, anı ve gözlem aktarımına benzer, araştırmacı ya da gazeteci üslubuna yakın, sade bir dille anlatıyor. Yer yer fantastik, sürrealist sayılabilecek ifadeler bulunsa da, abartılı betimlemeler yoktur.
İlk bölüm, Marlow’un gemisine ulaşana kadar yaşadığı kişisel serüvenini anlatmakta.
Nehirde yolculuğun başladığı ikinci bölümde ise, fildişi elde etmek için sömürgecilerin bölgede yaptığı zulüm, adaletsizlik, doğada ve insanlar üzerinde yapılan tahribat Marlow’un gözünden bir gazeteci tanıklığıyla anlatılıyor.
Üçüncü ve son bölümde, Marlow’un yolculuk esnasında gelişen gerçeküstü gördüğü Kurtz hakkındaki ilginç ve merak uyandıran çelişkili düşünceleri, karşılaştıklarında yerini insanlık suçlusu, karanlık bir kişiliğe bırakır.
Ana karakter Marlow gibi görünse de, sayfalar ilerledikçe yerini Kurtz’un aldığı görülmektedir. Yazar, Kurtz’un kahraman mı, sembol mü, iyi mi, kötü mü, cesur mu, korkak mı olduğu konusunda, okuru tereddüt içinde bırakan bir anlatımı tercih etmiştir.
Sanki satırlardaki karanlığı okurken, kendi karanlık yönlerimizi de incelememizi ister gibidir.
***
Karanlığın Yüreği, Kıyamet (Apocalypse Now) adıyla, ünlü yönetmen Coppola tarafından sinemaya aktarılmış; ayrıntılarda ve zaman/mekân bakımından kitapla farklılaşsa da, işin uzmanları tarafından filmin, kitaptaki gizem duygusunu başarıyla aktardığı düşünülmektedir.
İnsan, “Karanlığın yüreği sömürülen ülkelerde mi, yoksa sömürgeci Avrupa’nın derinliklerinde mi daha hızlı atıyor?” diye sormadan edemiyor.
“Karanlığın Yüreği” karanlığı önemsemiş;
Günümüzün sorunu ise yüreklerin karanlığı…
Mandela’nın sözü geliyor aklıma:
“Affet ancak unutma!”
***
Ömrünü denizlerde geçirmiş üstat Conrad’ın Karanlığın Yüreği eseriyle, deniz edebiyatının en önemli tonlarını da taşımış oldum kitaplığıma.
Bir kitabı okumakla, kitabı yaşamış olmak arasında oluşan düşsel farklar bir ikirciklik yaratsa da, benim için keyifli ve faydalı bir okuma oldu.
Modern bir klasik okumanın tadına varmak, hem de insanlığın savaşlardan sonra en büyük suçlarından sayılan sömürgeciliğin karanlık ve kanlı yüzünü görebilmek için;
Conrad’ı okuyun lütfen!
***
“Tuhaftır yaşam, acımasız mantığın faydasız bir amaca yönelik gizemli düzeni. Hayattan en fazla kendinizle ilgili bir şeyler öğrenmeyi umabilirsiniz -ki o da çok geç öğrenilir- bir alay telafi edilemez, bastırılamaz pişmanlık yaşanır.” (s. 148)