‘Dünyanın ebeveyni hangi ülkedir?’ diye sorsam, cevabınız herhalde ‘Amerika’ olurdu.
Geçmişe yönelik sorsaydım ‘İngiltere, İspanya, Fransa, Rusya’ cevaplarını da veren olabilirdi. Gelecek için sorsam cevapların içinde ‘Çin’ mutlaka yer alırdı.
Belli zamanlarda askeri ve ekonomik gücünü diğer ülkelere kabul ettirmiş, aralarında da sürekli bilek güreşi yaşayan bu ülkeler, birer ‘medeniyet’ temsilcileri.
Güreş için seçtikleri mekânların en göze batanı da Ortadoğu coğrafyasıdır.
***
Amin Maalouf,
Aslen Lübnan doğumlu, hayatını Fransa’da sürdüren, eserlerini çocukluğunun coğrafyasından beslenerek veren bir yazar.
Dünyanın yeni düzeninde kimlik ayrışmasının temel noktalarına değindiği ‘Ölümcül Kimlikler’, doğal felaketlerin yanı sıra yanlış ve çıkarcı politikalarla oluşan ekonomik ve siyasi krizlerle mücadele eden insanlığa bir yol haritası taslağı sunmaya çalıştığı ‘Çivisi Çıkmış Dünya’, son olarak etnik düşmanlıklarla, din kavgalarıyla bezenmiş, gelişmişlik büyüsünün puslu arka planını oluşturan uygarlıkların parçalanışını, insanlığın uçuruma sürüklenişini resmetmeye çalıştığı ‘Uygarlıkların Batışı’; Aynı çizgiyi tamamlayan düşünce serisi halindeki ‘deneme’lerini topladığı üç eseri.
Üç kitabın okuma sürecinde, karamsarlık tonunun giderek arttığını fark etmemek mümkün değil.
***
‘Uygarlıkların Batışı’
Yazarın öz yaşam öyküsüyle tarihi olayları birbirine ekleyerek sunduğu, Ekonomik yapılardan, kültürel katmanlara dek, dünyanın içinde bulunduğu koşullardan acı duyan, sorumlu aydın bilinciyle insanoğlunun yaşadığı ve yaşama ihtimali olan felaketlere, önemli olaylara derinlemesine bakmaya çalıştığı; Ortadoğu’nun kültürel ve entelektüel cenneti, sayısız etnikte ve dinde insanı bir arada barındıran bir barış ülkesinin nasıl olup da kanlı bir iç savaşın pençesine düştüğünü anlatmaya çalıştığı; Hüzün ve endişe dolu çığlık gibi!
***
Maalouf kitabında, ‘Yanlış giden neydi?’ sorusunun peşine takılarak günümüzde yaşanan reel-politik sorunların kökenine arkeolojik bir kazı gerçekleştiriyor. Büyük Kahire yangınından, Arap birliğini kurmaya çalışan ‘reis’ Nasır’a, ‘Altı Gün Savaşı’ndan, Lübnan’ın enkaza döndürülmesine, Nasır sonrası bölgede etkinliğini artıran kökten dincilikle karşı savunma amacıyla bölgeye yerleşen otoriter sosyalizme kadar, bu coğrafyanın yakın tarihini kişisel yorumlarıyla birlikte yansıtmaya çalışıyor.
En ilginç tespiti de ‘muhafazakâr devrim’ diye adlandırdığı 1979 yılını, ‘değişim yılı’ olarak görmesi.
Rusya’nın Afganistan macerasının bir ABD tuzağı olduğunu, köktendinci terörün kaynağının, dünyanın her yerinden gelen Arap Afganlar olduğunu; aynı terör örgütlerinin Kafkasya’da, Balkanlarda, Yemen’de Libya’da, Suriye’de, Irak’ta görüldüğünü açıklıyor.
Yurttaş bilincinin yerini almaya başlayan alt kimliklerin kaşınması sonucunda, kunt görünümlü medeniyet timsali ülkelerde de farklı kabilelerin oluştuğunu; İnsanlığı ‘medeniyetler çatışması’ değil, ‘kabileler çatışması’nın beklediğini anlatıyor. Sonunu da Orwell’in ‘1984’ eserindeki herkesin diliyle reddettiğini distopik hayatın, güven endişesiyle gönüllü olarak gerçekleşmekte olduğuna bağlıyor.
***
Ortadoğu’da yıllardır süren ve coğrafyanın kaderi olan etnik ve mezhepsel çatışmalarla, El Kaide ve IŞİD terörüyle zirve yapınca,
Anlattıkları, doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalan, sığındıkları coğrafyada yaşadıkları ve yaşattıkları sorunlar yumağında hayatta kalmaya çalışan milyonlarca göçmenin insanlık dramı.
Gelişmelerin tetiklemesiyle oluşan toplumsal tepkilerin sonucu, ırkçılıktaki oluşan artışa, ayrımcılıktan beslenen otoriter liderlerin sahneye çıkışına, uygulanan neoliberal politikaların arttırdığı eşitsizliğe dikkat çekiyor.
Kimlik temelli anlayışla çatışmaların yolu açılınca, insanlığın topyekûn yıkımla karşı karşıya kalabileceğini söylüyor.
‘Uygarlığın Batışı’,
İnsanın silkelenip kendisine gelmesi için bir ‘uyarı fişeği’ gibi.
İnsanların ve gezegenin yaşadığı sorunların yakın tarihteki izini sürmek isteyen ve sorunları aşmak için;
Meşhur şarkıdaki gibi ‘Bir şey yapmalı!’ diyebilen herkesin okuması ve üzerinde düşünmesi gereken kıymetli bir eser.
***
Sözümü kitaptan bir alıntıyla bağlamak istiyorum: ‘En büyük uygarlıkların mirasçıları ve en evrensel düşlerin taşıyıcıları öfkeli ve intikamcı kabilelere dönüşüyorsa, insanlık serüveninin devamında beterin beterini beklememek mümkün mü?’ (s.90)