- Dostluk nedir, biliyor musunuz? Diye sordu. - Evet, diye yanıtladı Çingene kızı; kardeş gibi olmaktır; tıpkı elin iki parmağı gibi iç içe geçmeden birbirlerine dokunan iki ruh gibi. - Ya aşk? - Ah aşk! dedi Esmeralda, sesi titriyor, gözleri ışıldıyordu. İki sevgilinin bir bedende bir araya gelmesi. Bir melekte bütünleşen bir erkek ve bir kadın. Cennetin ta kendisi! (s.105)

Adı ve anlatılan olay örgüsü birçok kişi tarafından bilinmesine rağmen, insanların okuyup okumadığından tam olarak emin olamadığı bir kitaptır;

Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu” adlı yapıtı.

Öğrencilik ya da gençlik çağlarında okundu mu, yoksa çeşitli kaynaklardan zihinlere nakşedilen küçük izlerden mi ibaret olduğu bilinemez ama kitapla ilgili bir şeyler mevcuttur beyinlerde.

İlk olarak 1831’de yayınlanan, sonrasında defalarca opera, bale, sahne oyunları, müzikal ve sinema filmlerine uyarlanan romanın, dünya edebiyatının önde gelen eserlerinden biri olduğu ise tartışma götürmez.

Toplam 11 bölümden (her birine kitap denmiş) ve 547 sayfadan oluşur.

***

Kitabın ilk bölümleri, Paris kentinin gelişimini, çağın mimarisinde gerçekleşen mimari değişimleri ve güzellikleri, Latince sözcüklerle süslenmiş cümlelerle aktarır bizlere. Uzun betimlemeleriyle zaman zaman tarih, zaman zaman sanat tarihi derslerine dâhil eder okuyanı.

Tüm klasik eserlerde olduğu gibi, yapı ve kişi isimlerinin arasında okur yolunu kaybeder. İsimlerle boğulan anlatım, adeta “kim kimin kimliğiyle dolaşıyor” bilmecesini çözmeye zorlar okuyanı.

Ortaçağ’dan Rönesans’a geçişte değişen mimari, gelişen matbaa ve farklılaşan sanatlarla ilgili bilgi bombardımanına maruz bırakır. İnsanda yarattığı o mekânları gezmiş olma duygusu eşliğinde Victor Hugo’nun kazdığı detay çukuruna inildikçe, girişin aydınlığında kalmış karanlıkta boğulur gibi hissetmemek mümkün değildir.

Yine de sebatkâr okur, bu sıkıcı bölümlerin birer bilgi kaynağı olduğu kabulüyle okumasını sürdürür.

***

Roman, herkesin bir vesileyle tanış olduğu, adını duyduğu kambur, bir gözü kör, sağır, çirkinler çirkini kilise zangocu Quisimodo;

Onun manevi babalığını üstlenen gizemli, zeki, ihtiraslı, cinsel saplantılı kilise başrahibi Clauda Frollo;

Şair ve filozof Pierre Gringoire’ın,

Genç ve güzel Çingene kızı Esmeralda’ya olan, üçünün birlikte iç açıları toplamı 180 derece bile etmeyen aşkları;

Çingene kızı Esmeralda’nın kendisine duyarsız davranan yakışıklı subay Phoebus’a duyduğu aşkın etrafında şekillenmiştir.

Ortada, kitabın adından dolayı ana karakterin Quisimodo olduğu algısı olsa da, tamamı incelendiğinde sayıca çok ama bütünleşik bir karakterler ağı oluşturulduğu görülmektedir.

Hiçbiri karşılık bulmadığından, insan kendini “tek taraflı aşklar diyarı”nda gezer gibi hisseder.

***

Paris sokaklarında ve mekânlarında dönemsel tarihle başlayan yolculuk, kitabın ilerleyen bölümlerinde yerini mizah, aşk ve hüzne bırakmaktadır. Okuyan bir süre sonra, ne iyi ne de kötü denebilecek, insancıl ve inandırıcı karakterlerle örülmüş bir olaylar zincirine dolanıverir.

Artık ilk bölümlerdeki sıkıcılık yerini, uygun adım ilerleyen akıcı bir anlatıma bırakır.

Velhasıl, acımasız yargılamalar, yıkılmaz önyargılarla inşa edilen, kader ya da tesadüflerin en tehlikeli halleriyle bezenmiş trajik bir (ya da birden çok) aşk hikâyesinin içine girildiği anlaşılır.

***

Aslında Victor Hugo, çağın öncesinde ve yaşanan zaman diliminde adalet, yaşam ve toplum düzeni üzerine eleştirilerini, anlattığı hikâyenin etrafına mükemmel bir şekilde sarmalamış, mevcut hukuk düzeni ile ilgili düşünsel yapısını aşk hikâyesi giysileri giydirdiği olay örgüsüne sindirmiştir.

Sağır bir yargıcın, sağır sanığı yargılarken yaşananlar, keçi ve domuz için çıkan idam kararları, öldürdüğü söylenen maktulün hiçbir şeyden haberi olmadan infazı izliyor olması mizahi birer eleştiri değil midir?

***

Benim için zihnimdeki bölük pörçük görüntüleri netleştirmemi sağlayan, yorucu ama doyurucu bir okuma oldu.

Aşk, sevgi, tutku ve ihtirasın birbirinden farkını görebildim. Duygu yoğunluğundan yorgun düştüm. Sıkıldım, meraklandım, heyecanlandım, gerildim, üzüldüm, nefret ettim, kızdım, yine kızdım, çok kızdım.

Hugo’nun anlatımına gelince; cümleleri güzel ve gizemliydi. Gizemle başlayıp farklı anlamlara ulaşan cümlelere bakınca, Hugo’nun bazen gözlemci gibi davranırken, bazen anlatıcıya dönüştüğü, akıcı dili, iç monologlara ve diyaloglara yerli yerinde başvurduğu için “anlatım cambazı” demek yanlış olmaz herhalde.

Belki birkaç eleştirim olabilirdi ama haddime mi diyerek es geçmem gerektiğini düşünüyorum.

194 yıl sonra halen okunan, halen konuşulan bu roman için sadece mükemmel denebilir.

***

 “İşte hayat böyle diyordu filozof her sendeleyişinde. Bizi aşağı çeken hep yakın dostlarımız değil midir?” (s.503)