Ülkemizin önemli Viyolensel Sanatçılarından Serdar Açın Haberes Dergisi Temmuz 2023 sayısına konuk oldu.

Yazarımız Cem Aksu ile müzik dolu sohbet eden Açın; “Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ve Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ın sanata katkıları tartışılmaz. Bir belediye şehir insan hayatına bu denli dokunabilmeli. Gerçek Atatürk gençliği ve ruhu ile bezenmiş bir şehir” dedi.

Serdar Bey bize kendinizden bahseder misiniz? Nerede doğdunuz? Çocukluğunuz nasıl geçti? Ailenizde müzik ile ilgilenen var mıydı?

Sevgili Cem Aksu öncelikle Eskişehir gibi sanat esintisinin içinde bulunduğu ve yakın geçmişte müzik dolu sanat dolu anıların yaşandığı bir şehirden böyle bir davet almak ayrı bir mutluluk öncelikle teşekkür ederek başlamak istedim. 1973 Yılında Ankara da Cafer ve Zehra Açın’ın oğulları olarak dünyaya geldim. Ailemde çok şanslıyım ki babam Cafer Açın 12 yaşında Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde minyatür sergisi açmış. Daha sonraları 15-16 yaşlarında enstrüman yapımına yeteneği üst seviyede olduğu anlaşılarak harika çocuk statüsünde yetişmiş. 18 yaşında Poznan da dünyanın en iyi keman yapımcısı unvanını almış. Bu satırlara sığdıramayacağım kadar unvan, başarı, ödül, eğitimcilik, bölüm başkanlıkları yapmış binlerce öğrenci yetiştirmiş, enstrüman bilimci, Türkiye de enstrüman yapımını akademik seviyeye çıkarmı. İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı kurucuları arasında yer almış, sayısız uluslararası makale kongre konuşmacı olarak yer almış, 40’ın üstünde bilimsel kitap yazmış bir babanın yanında, annem de Zehra hanım harika bir ses sahip, sayısız klasik Türk müziği eseri bilen, piyano çalan müzikle sanatla yaşayan annem var oldu. Ağabeyim S. Yücel Açın da babam gibi dünyaca ünlü önemli bir enstrüman yapımcı, resteratör, eğitimci, klasik gitarist. Ablam Dilek Okay ise Mimar Sinan Üniversitesinden sonra İTÜ TMDK girip keman bölümü okumuştur. Böyle bir aile içerisinde sanıyorum başka bir alana eğilmem imkânsız gibi görünmüştü ki bu noktaya kadar gelebildik ailece. Ankara da başlayan ilk 3 yaştan sonra babamın Konservatuar kuruluşu ile İstanbul a gelişimiz ile 6 -7 yaşlarında Nilüfer Hatun Okulunda eğitim hayatı ve aile içinde müzik yaşantısı başlamış oldu.

Müziğe olan ilginizi kim keşfetti? Nasıl bir yönlendirme ve eğitim aldınız?

İstanbul'da başlayan eğitim hayatı sırasında babam beni hiç müziğe zorlamadı. Evimizden her zaman çeşitli enstrümanlar olur. Revizyonları yapılırdı. Piyano dan klasik kemençeye, keman, ut, gitardan Tambura. Babam yaparken en keyifli kısmı tüm bakımları bittikten sonra ben denemelerini yapardım. El yordamıyla çalmaya çalışırdım. Bu sürecin sonuna doğru 4. Sınıfta bir istidat görmüş olacak ki babamın da hocası olan Büyük Lutier Mithat Arman, bana "senin zamanın gelmiş " dediğini hatırlıyorum. Ardından nota ve mandolin derslerine başladık. Benim için ilkokulda iken konservatuar son sınıflara ders veren bir hoca ile müziğe başlamak ve ayrıca babamın hocası olmuş bir duayen ile müziğe adım atmanın değeri ve anlamının tarifi yok.

Çelloyu (viyolonseli) seçmenizin özel bir sebebi var mı? Türk Müziğinde Çellonun yeri nedir? Batı müziği çalgısı olmasına rağmen Türk Müziği'ne uyumu nasıldır?

İlerleyen yılda babamın da yakın arkadaşı olan İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası baş viyolonselisti Doç. Necati Giray ile tanıştım. Bana viyolonseli tanıttığında böyle heybetli bir enstrümandan böylesine duygu yüklü sesler çıkmasına, perdesi olmayan bir klavyeden nasıl sesler bulunuyor diye çok ilgimi çekmiş ve etkilenmiştim. İlkokulu bitirdikten sonraki yaz sezonu sonunda konservatuar sınavlarına hazırlandım iki ayrı sınavı ilk sıralarda kazanmış ve beni etkileyen Viyolonsel sazını seçmek istiyordum. Fakat bu kadar büyük sazı nasıl çalacaktım? Babam demişti ki; ‘evladım sen büyüyene kadar sana küçüğünü yaparız’ deyince şaşırmış ve çok hoşuma gitmişti bu durum. Tabi ki Necati hocamın etkileyici konuşmaları, şahsiyeti bu sazı seçmemde büyük etken oldu. 80’li Yıllarda bu saza ilgi çok fazla yoktu daha çok insanlar keman, kanun, piyano ut ya da bağlama ya ilgilerdi. TV de TRT sanatçıları konserlerini seyrederken ağma İsmail Akdeniz’i seyreder nasıl böyle çalar diye şaşırdım. Herkes bana başka enstrüman seçseydin senden büyük bu diyenlere gülerdim. Sonra konservatuarda başlayan serüven viyolonsel sazının ne denli zor olduğu görmeye başlamıştım. Ama çalışmadan başarılmayan bir şey olmadığı orta idi. Bu enstrümanın başka bir zorluğu vardı. Kanun gibi ut gibi ele alınınca kendini çaldıran bir yapısı yoktu. Tabi ki hocam Necati Giray bana bu saz batı tekniği ile öğrenilir diğer türlü tek bir tarza hitap eder onu da teknik dışı zorluklar yaşarsın diyerek dünya standartlarında Fransız ve Rus teknikleri ile eğitimimi o yönde ilerletti. İleride bunun rahatlığını çok faydasını ayrıca çok sesliliğin artılarını Türk müziğindeki eksiklikleri görmemde büyük faydası oldu. Sonatlar konçertolar etütlerle son yıllarda da saz semaileri peşrevler longalar sirtolarla dolu Viyolonsel eğitimimi müfredatın ilerisinde tamamladım. Okulumu Selahattin İçli, Nida Tüfekçi, Erol Sayan, Demirhan Altuğ, Ruhi Ayangil, Erol Uras, Serdar Öztürk, Necdet Varol gibi duayen isimlerden dersler alarak 11 yıllık uzun detaylı bir eğitimle ve bunun yanında dışarıdan Gülfam Göknar dan Piyano Erdem Siyavuşgil’den armoni piyano dersleri alarak tamamladım. Mezun olduğum yıl rahmetli okul müdürümüz Serdar Öztürk tarafından okulumda Viyolonsel hocası olma teklifi ile onore edildim. Bu görevi babam ve ağabeyimle beraber aynı okulda hoca olma onuru 1995 ile 2003 yılları arasında aynı zamanda TRT İstanbul Radyosu akitli sanatçı olarak devam etti. Sonrasında TRT’nin kadrolu saz sanatçısı sınavını kazandıktan sonra zaman yetersizliği programların çakışması sonucu İTÜ TMDK ki görevime devam edemedim. Bu esnada şu anda önemli yerlerde viyolonsel icracısı olarak görev alan öğrenciler yetiştirdim. Hepsi ile gurur duyuyorum. Viyolonselin Türk müziğindeki yeri tartışılmaz. Bana göre ve birçok ileri müzik eğitimcisine göre kemandan önce gelir ve gelmelidir. Nedeni kemanın ses sahası Türk müziği ses sistemi tonun keman rejistinin üst perdelerine denk gelmesi ses sahasının yukarıda kalmasıdır. Viyolonsel ise tamamı ile Sultaniyegâh makamı ile başlayıp yukarı ses sahalarındaki makamlara kadar aynı rejiste sahiptir ve ses rengi olarak ta çok uygundur. Yumuşaklık ses ifadesi olarak ta insan sesine en yakın ses olarak viyolonsel sesi kabul görür dünyada.

 Son dönemde müziğimizin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce hak ettiği değerde mi? Sanat adına gerçekten önemli çalışmalar var mı?

Son dönemde müziğimiz dediğimizde eğitime dönersek Batı Konservatuarı ya da Türk Müziği Konservatuarları diye ikilem olmaması gerekir. Bu ayrımcılık müzikte geniş kültüre sahip alanda bir ülkede olmaması gereken bir olgu. Her çocuk hepsinin eğitimini almalıdır, bilmelidir. O halk müzikçi şu sanat müzikçi öteki batı müzikçi ayrımı müziğin varlığına aykırı. Şöyle bir örnek vermek istiyorum. Azerbaycan’ın çok önemli bir bestecisi İstanbul’a davet edilir. Yazdığı senfoninin bir bölümünde segah sesleri vardır ve buradaki orkestraya devamlı uyarıda bulunur ‘o sesler öyle değil nasıl basamazsınız siz Türksünüz segah sesini nasıl veremezsiniz?’ der ve eseri çaldırmadan ülkeden ayrılır. İşte o yetişen müzisyenler bu ayrımdan dolayı bu durumdalar. Ya da bu durumdayız. Müziğimizin hak ettiği değer bu olmamalı. Bakınız 1920’lerde Avrupa da birçok önemli müzisyenle Türk müziği üzerine konser veren söyleşiler ve temaslarda bulunan zamanın duayen isimlerinin belirttiği sonuç müziğimizin dünya üzerinde işlenmemiş bir cevher olduğu ve batılıların ‘bundan sonraki çalışmalarımızda Türk müziği bize ışık tutacaktır’ diyerek hayranlıklarını dile getirmişlerdir. Dünya müziğine katkısı organoloji olarak göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Batı, orkestralarını bizim sayemizde geliştirmiştir. İşte bizim eksikliğimiz piyano ve kontrbası, viyolonseli neredeyse yüz yıla yakın süreçte orkestralarımıza (TSM) katabildik. Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği gibi ulusal bir musikinin yaratılması gereksinimi maalesef yeterince yer bulamamış. Bu konservatuar ayrımları ile yol almaya devam etmektedir. Dünyada böyle bir örnek yoktur. Örneğin günümüzde hala klasik kemençe (3tel) çalan müzisyen dostlarımızın yaklaşımını örnek alırsak 1930’ların başında Arel kemençe beşlemesi hayata geçirilmesi unutturulmuş. Müzik okullarında bile tarihi olarak belirtilmemiş. Ta ki Cüneyt Orhon ve Cafer Açın’ın 4 telli klasik kemençe projesi ile Türk müziği yaylı oda orkestrası oluşumu meydana getirilmiş. Enstrüman gerek ses sahası gerekse çalış tekniği açısından keman gibi büyük kolaylık sağlanmıştır. Bütün bu eksiklikler bir araya getirilip klasik manada büyük orkestralara kendi gelişmiş sazları ile dünyada yer almalıdır. Bunun için çeşitli aşamalarda yol almak gereklidir gençlere çocuklara müzik eğitimi, lütier gelişimi (orgonoloji olarak), besteci ve icracılar olarak ele alınmalıdır, kendi içlerinde de detaylandırılır tabi ki. Şu anda gördüklerimiz dinlediklerimiz anlık icralar güncelde kalmaktadır. 

Amatör koroların müziğimize katkısı nedir? Amatör koroların varlığını müzik adına nasıl değerlendiriyorsunuz?

Amatör korolarını aktif ve güncel tutarak bu müziğe gönül vermiş herkesin fırsat bulduğu eğitildiği topluluklar olarak görmekteyim. Ülkemizde bu toplulukların doğru yönetilen ehil ellerde olanlar yanında müzikle ilgisi olmayan kişilerin şahsi şımarık duygularına oyuncak edilmiş amatör korolar var. Bu konunun bakanlık, konservatuarlar ya da TRT Müzik Dairesi ile kontrol edilip yetkilendirilmesi taraftarıyım. Çünkü müzik olarak halka ne verirseniz aynanız olur. Gelecek nesillere şahsiyetli geleneklere bağlı bir kültür bırakmak tek misyonumuz olmalı.

 Zaman zaman çeşitli konserler için Eskişehir’e geldiğinizi biliyorum. Neler söylemek istersiniz şehrimizle ilgili? Kültürel ve sanatsal açıdan nasıl bir şehir sizce?

Eskişehir benim için anlam yüklü. Gerek okul yıllarımdan hocam olarak gerekse TRT ye ilk girdiğim yıllarda şef olarak stüdyoda aynı havayı teneffüs etme onuruna erişmiş bir sanatçının rahmetli İnci Çayırlı hocamın şehridir Eskişehir. 15 Yıl olmuştur bir telefonu ile bir fiil kış sezonu boyunca her ay şefliğini yaptığı Tepebaşı Belediyesi Türk Müziği Korosuna eşlik etmeye geldim. Bu sayede güzel arkadaşlıklar edindim güzel şehirde. Her konserde salonun dışına taşan bir sevgi ilgi ile karşılaştım. Sanata karşı çok düzeyli bir kitle var. Bunda yönetimin etkisi büyük olduğunu düşünüyorum. Gerek Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in gerekse Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ın sanata katkıları tartışılmaz. İnci Çayırlı gibi bir büyük sanatçıyı şehirle simgeleştirdiler. Umarım anma konserleri ile devam edecektir bu düşünce. Ayrıca senin de başında bulunduğun değerli koroların varlığı çok önemli. Tepebaşı Belediyesi’nin çocuklardan kurduğu bir senfoni orkestrasını duyduğumda heyecanlanmış ve çok şaşırmıştım. Takdire şayan bir fikir ve oluşumdu. Hatta İstanbul da konser vermeye bile geldi çocuklar. Haberlerini takip etmiştim. Umarım içlerinden hala müziğe bağlı gençler olarak hayatlarına devam ediyorlardır. Bir belediye şehir insan hayatına bu denli dokunabilmeli. Bunu her şehrin her belediyenin yapması gerekli olduğunu düşünüyorum. Eskişehir tüm kaynakları ile kendine yeten bir şehir bence. Birçok insanın modern yaşamı ile sosyal eğitim ve kültürel olarak diğer şehirlerin isimlerinin başına çeşitli anlamlar yükleyerek takılar almasına karşılık Eskişehir de isminin başına ‘Harika’ tanımlamasını almalı. Bunda emeği geçenleri herkesi kutluyorum. Gerçek Atatürk gençliği ve ruhu ile yaratılmış bezenmiş bir şehir. Hiç bozulmadan yıldızı her daim parlasın örnek şehir Eskişehir’in.