Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının, Televizyon ve Beyazperdenin başarılı oyuncusu Devrim Özder Akın, Haberes’in Şubat 2023 sayısına konuk oldu.

Haberes Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ayhan Aydıner ile keyifli bir söyleşi yapan Akın; “Bir oyun da ayağımı burkmuştum (Kamyon); öyle tamamlamıştım oyunu. Meğerse kırılmış 25 gün alçıda kalmıştı ayağım. Sonra başka bir oyunda deprem olmuştu, sahnedeyken (Karmakarışık). Durunca kaldığımız yerden devam etmiştik. Kimse çıkmamıştı oyundan” dedi.

 Tiyatro ve oyunculuk çocukluk hayaliniz miydi? Tiyatro sanatına nasıl başladınız?

Merhaba, öncelikle yaşanan büyük yıkımda hayatını kaybeden insanlara rahmet, yakınlarını kaybeden tüm insanlara başsağlığı, sabır ve metanet diliyorum. Bu büyük trajedide kurtarma ve destek ekiplerinde koşulsuz ve canla başla çalışan tüm halkımıza şükranlarımı sunuyorum. Geçmiş olsun Türkiye.

Sorunuza gelecek olursak; Ben şanslı bir çocuktum aslında. Eskişehir de büyüdüm. O dönemlerde görünüş olarak diğer Anadolu kentlerinden hiçte farklı olmayan bu kentte, düzenli tiyatro izlemek pekte kolay değildi. Anca İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerden gelen tiyatro oyunları olursa izleyebiliyorduk. Benim şansım, ailemin tiyatroyu çok sevmesi ve bu gelen oyunlara elinden geldiğince gitme çabasıydı. Türkiye’nin birçok usta ismini henüz çocuk sayılabilecek bir yaşta ve ilk gençlik yıllarımda izleme fırsatı bulmuş, büyük hayranlık duymuştum. Dostlar Tiyatrosu, Levent Kırca-Oya Başar Tiyatrosu, Kent Oyuncuları, Ankara Sanat Tiyatrosu, Ankara Birlik Tiyatrosu, Devlet Tiyatroları oyunları, Yeditepe Oyuncuları, Tuncel Kurtiz…  Ama o zamanlar bana, bu hayran olduğun oyuncular gibi bir gün sende sahnede olacaksın deseler, herhalde gülümseyip iç çekerdim. Bunun hayalini kurduğum zamanlarda, o sahnede izlediğim insanların ışıltıları karşısında, kendimden utanıp vazgeçerdim hayallerimden.  Zira o sahnede izlediğim, büyülendiğim büyük oyuncular, bana erişilmez geliyordu. Sanki onlar bu iş için doğmuşlardı, doğuştan yetenekliydiler. Bu işin bir okulu olduğunu çok sonraları öğrendim tabii. Ama şunu söylemeliyim; bu mesleği seçmeye karar verip konservatuvara girince, rahmetli halam; ‘bu çocuğun oyuncu olacağı belliydi’ demişti. Çünkü izlediğim tiyatro oyunlarını ya da filmleri bütün çocukları karşıma oturtup oynayarak anlatırmışım. Sonra da kendimi alkışlatırmışım. O anlatınca hatırlamıştım ben de. Kim bilir, o zamanlar içten içe bugünleri hayal ediyordum belki de.  İlk gençlik yıllarımda, kişiliğimi oluştururken, kendimi ifade etmek için bir alan ararken, önce müzik çıktı karşıma, sonrasında ise tiyatro… İyi ki de çıktı…

 Eskişehir Şehir Tiyatrolarının kurucu oyuncularınızdansınız. Yıllar sonra Eskişehir’i sevgilisiyle (tiyatroyla) buluşturan Yılmaz Hoca’nın kentimizde yaptıklarını bir sanatçı olarak nasıl yorumluyorsunuz?

Yılmaz Hoca’nın mucizesi nerede biliyor musunuz? İnsana yaptığı yatırımda. Yılmaz Hoca, bütün yöneticilik vasıflarının yanı sıra eğitimci ve bir bilim insanı olduğu için insanı önceleyen bir yapısı var. Eğer yatırımınızı doğru kanallarla doğru yere yaparsanız gerisi kendiliğinden oluşur zaten. Bu kentin gelişkinliğinin temel nedeni de bu yatırımın sonucu olan insan. Buna örnek kendimi ve benim gibi bir sürü kişiyi gösterebilirim. Ben kuruluşunda ve devamında Yılmaz Hoca’nın da desteği ve çabalarının bulunduğu, Eskişehir Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi Müzik Bölümünden mezun oldum. O dönemde Türkiye’de sadece beş tane vardı. Bunlardan biri de Eskişehir’deydi. Hem Müzik, hem de Resim Bölümüne üniversiteden inanılmaz destek olmuştu. Sonrasında gene Yılmaz Hoca’nın kurduğu bir okul olan Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünde okudum. Gene o dönemde Türkiye’de Ankara, İstanbul ve İzmir dışında bulunan sayılı okullardan biriydi. Bunlara Güzel Sanatlar Fakültesi, İletişim Bilimleri Fakültesi ve daha bir sürü okulu ekleyebiliriz. Şimdi de gene Yılmaz Hoca’nın kurduğu Şehir Tiyatroları’nda oyunculuk yapıyorum. Bence Yılmaz Hoca’nın, bu günleri çok önceden öngörerek yaptığı bu işler, onun vizyonunu gösteriyor. Bu gün Türkiye’de belediyecilik hep alt yapı yatırımları üzerinden değerlendiriliyor. Oysa bir kentin kent olma koşulu sadece alt yapı yatırımlarıyla değil, hatta daha çok üst yapı yatırımlarıyla da tanımlanır. Kent kültürü, kentli olma bilinci, sadece işiyle evi arasında gelip giden insanlardan değil, bu iki koşul arasında kalan zamandaki sosyal yaşantı üzerinden tanımlanır. İnsanların mutluluğunu, üretme azmini ve birlikte yaşama kültürünü oluşturdukları zamandır bu. İşte Yılmaz Hoca’nın mucizesi, arada kalan ve maalesef pek önemsenmeyen bu zamana yaptığı yatırımdadır. Tiyatrolar, konser salonları, müzeler, galeriler, insanların sosyalleşebilecekleri birbirlerini tanıyabilecekleri alanlar, örneğin parklar ya da spor alanları bu vizyonun eseridir. Eskişehir’i sıradan bir Anadolu kenti olmaktan çıkarıp, herkesin gıptayla baktığı, mutlu, üretken insanların yaşadığı, tanınmış bir kent yapan özelliği bence tamda budur. Bu yüzden Yılmaz Hoca’nın, ben ve benim gibi birçok kişiyi kapsayan yatırımlarının bir sonucudur bu kent.

Eskişehirlilerin tiyatroya ilgisi nasıl? Sahnede kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Tek kelimeyle muhteşem. 2000 yılında tiyatromuzu ilk kurduğumuzda, acaba seyirci gelir mi? Duyuruları nasıl yapsak? Reklam mı versek, şehrin her yerine afiş assak görürler mi acaba, kuleler kuralım en görünür yerlere falan diye kaygılar içinde düşünürken, Eskişehir halkı o kadar hazırmış ki bir tiyatrosu olmasına, ilk oyunumuzdan itibaren seyirci salonumuzu bir doldurdu. O günden beri çok şükür hiç boşalmadı. 22 yıldır neredeyse %100 doluluk oranıyla devam ediyoruz perde açmaya. Yer bulamayanların sitemiyle karşılaşıyoruz sokaklarda. Bu yüzden tüm Eskişehir halkına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Müthiş bir seyirci kültürü var. Sadece biz değil, şehir dışından turneye gelen oyunlarda oynayan arkadaşlarımızdan da Eskişehir seyircisi için inanılmaz iyi iltifatlar geliyor. Tepki vermekten çekinmeyen, beğeni düzeyi yüksek bir seyirci. Dolayısıyla bu seyircinin karşısında oynamak benim için büyük bir mutluluk ve onur. Gerek sahnede, gerekse dışarda seyircinin teveccühü beni inanılmaz mutlu ediyor. Bu yüzden bu tiyatroda olmak ve Eskişehir seyircisin karşısına çıkmaktan inanılmaz mutluyum.

Tiyatroda oynayacağınız karaktere nasıl hazırlanıyorsunuz? Oyun bittikten sonra o karakteri özlüyor musunuz?

Aslında her rolde değişiyor bu süreç. Ama genel bir cevap verecek olursam şunları söyleyebilirim. Ben sahnede prova yapmayı seven biriyim. Role hazırlanmaya ilk provada başlarım. Provalar bitene kadar da denemekten asla vazgeçmem. Prova başlamadan önce teknik olarak bedenimi ve zihnimi prova koşullarına uygun, kondisyonlu bir hale getirmeye çalışırım. Bu spor ve egzersizle mümkün tabii. Prova kondisyonu önemlidir çünkü. Ortalama 200 saat civarında prova yaparız. Bu çalışma saati oyunun yapısına göre uzayabilir ya da kısalabilir. Bunu oyunun yönetmeni belirler. Prova başlayınca yönetmenin ve diğer oyuncuların görüşleri benim için önemlidir. Ortak düşüncenin ürettiği fikri anlamaya toparlamaya çalışırım. Rol kişisinin düşünce biçimini anlamak ve yazılanın dışındaki hikayesini oluşturmaya çalışmak içinde, yazılı ya da görsel kaynaklardan araştırmalar yaparım. Sonrasında bütün bu bilgileri harmanlayıp provalarda, tek tek rolün sahne üzerindeki her haline uygulamaya çalışırım. Kısaca canlandırdığım o kişi olmayı öğrenirim. Provalar da bunun için zaten.

Elbette özlüyorum. Her rol büyük bir emekle çıkıyor ortaya. Kendinizden ya da kendinizin dışında bir sürü şey var o sürecin içinde. Oyun devam ettiği sürece onunla birlikte yaşamaya devam ediyorsunuz. Siz ondan, o sizden çok şey öğreniyor ve oyun devam ettikçe daha da yakınlaşıyorsunuz. Sonra bir gün oyunun bir daha oynanmayacağı kararı veriliyor ve uzun süre birlikte yaşayıp, her şeyinize tanık olan, her şeyine tanık olduğunuz bir arkadaştan, bir daha haber alamıyorsunuz. Bir süre çok iyi vakit geçirdiğiniz bu kişi hayatınızdan birden çıkınca, insan arıyor, özlüyor.

Yaşadığınız en ilginç sahne deneyimi veya anınınız anlatır mısınız? En çok hangi rolü sevdiniz. Sevmediğiniz bir rol oldu mu?

O kadar çok var ki hangisini anlatsam. Bir oyun da ayağımı burkmuştum (Kamyon); öyle tamamlamıştım oyunu. Meğerse kırılmış 25 gün alçıda kalmıştı ayağım. Sonra başka bir oyunda deprem olmuştu, sahnedeyken (Karmakarışık). Durunca kaldığımız yerden devam etmiştik. Kimse çıkmamıştı oyundan. Gene aynı oyunun bir başka temsilinde elektrikler gitmişti. Jeneratörün devreye gireceğini bildiğimiz için, elektrik tekrar gelene kadar bu durum üzerine doğaçlamıştık karanlık sahnede. Sanırım, oyunu daha önce izlemiş birkaç seyirci durumu fark edip müthiş bir alkış başlatmıştı. Misafir diye bir oyunumuz vardı. Dokuz sezon oynadı sanırım. Çok sevilmişti. Biz de oyunu çok sevmiştik ekip olarak. Oyunda bir sıra evinde geçiyor. Yiğitbaşı Resul Demir karakterini oynuyordum. Yarenlerle bir konuda ters düşüyor ve yarenlerde sıra evini terk ediyor; bu duruma üzülen Yiğitbaşı bağlamasını alıp eskilerden bir türkü söylüyor. Yarenler bu türküyü duyunca gitmekten vazgeçip sıraya geri dönüyorlar. Oyunda bir tespih kullanıyordum. Kaçıncı oyundu bilmiyorum, tam bu sahnede tespih sahnede dağıldı. Türküyle birlikte geri dönen yarenler, tespih tanelerini tek tek toplayıp, getirip önüme koyup öyle sıraya girmişlerdi. Sahnede az yaşanan büyülü bir andı gerçekten. Bunlar gibi anlatmakla bitiremeyeceğim bir sürü anı…

Ülkemizde tiyatronun geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bu sanatı yapmak isteyen gençlere neleri önerirsiniz?

Bu üzerine uzun uzun konuşulması tartışılması gereken bir konu. Tarihe baktığımızda sanatın her zaman kendine bir çıkış yolu bulduğunu görüyoruz. En karanlık çağlarda bile varlığını her şeye rağmen devam ettirmiş. Sanatın en temel işlevlerinden biri, insanlığın içinde bulunduğu koşullara bir ayna tutmak olmuştur.  Sanat doğuşunda eleştireldir. Çevresinde gördüğü birçok farklı koşulu, insanlığın tarih boyunca biriktirdiği bilgilerle harmanlayarak, yeni bir bakış açısı, bir duruş yaratarak yorumlar. Sanat, insanlığın kolektif bilincini her seferinde yeniden yorumlayarak iyiyi, doğruyu, ve en önemlisi güzeli arar. Zira kolektif bilinç sürekli değişen, dönüşen, devinim halinde bir yapıdır. Bu devinimi en iyi anlamaya çalışma ve aktarma biçimi de sanattır. Örneğin yıllar önce yapılmış bir tablo, size o dönemin insanları, onların düşünme biçimi hakkında çok şey anlatır. Ya da dinlediğiniz bir türkü mesela, söylendiği dönemde yaşanan acıları anlayabilmemizin en mükemmel yoludur. Bu noktadan baktığımızda sanat asla önemi yitirmeyecek önemli bir değerdir. Böyle baktığımda her zaman umutluyum. Fakat günümüzde örneğin tiyatro üzerinden bakarsak, estetik değeri yüksek iyi bir eserin yaratım sürecindeki maliyetler oldukça yüksek maalesef.  Bu koşullarda, birçok tiyatronun ayakta kalma çabası içinde olduğunu görüyoruz. Ama gene tarihe baktığımızda, zaman zaman rahat dönemler yaşasa da, çoğu zaman bahsettiğim zor koşulların yaşandığına şahit oluyoruz. Bu noktada bu sanatı yapmak isteyen genç arkadaşlarıma önerim, bütün bu farkındalık içinde sağlam durmalarını, çalışkan olmalarını, asla vazgeçmemelerini ve fazlaca özverili olmaya hazır olmalarını öneririm. Bütün bunlardan sonra, mutlaka karşılığını alacakları bir noktaya geleceklerdir.

Devrim Özder Akın’ın hayatındaki kırılma anı neydi?

Hayatımda birçok kırılma anı var. Ama en önemlisi, galiba Güzel Sanatlar Lisesi’ne girdiğim gündür. Ben kimim, kim olmak istiyorum sorusunu sormaya başladığım o yıllarda, cevapları bulmak için, bana kocaman bir dünya açan ve sonraki bütün hayatımın, kendime olan yolculuğumun başladığı andır o gün.

 Tiyatroda olsun, dizi ve sinema yaşamınızda olsun bir idolünüz var mı?

Evet var. Kendisini oyuncu olarak çok beğenirken, tanıyıp birlikte çalıştıktan sonra hayranlığımın birkaç kat daha arttığı, ‘Haluk Bilginer’

Sizi televizyon dizilerinde de görüyoruz. Sinema filmlerinde de rol aldınız. Bu çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?  Siz en çok nerede mutlusunuz? Tiyatro mu, televizyon ekranları mı? Beyazperde mi?

Evet, 2010-2018 arasında çok yoğun ve koşuşturmalı bir dönemim oldu. ‘Umutsuz Ev Kadınları’ hemen arkasından ‘Arkadaşlar İyidir’ sonrasında ise ‘Kadın’ dizisi.  Bu arada sinema filmleri ve hiç hız kesmeden tiyatro oyunları devam etti.  Bu süreç oldukça yorucuydu benim için. Sonrasında biraz dinlenmek ve kendime zaman ayırmak için, bir süre sadece tiyatro yapmaya karar verip, tv dizilerinde beni yormayacağını düşündüğüm kısa vadeli işlere, ya da dijitaldeki işlere evet dedim. Fakat itiraf etmeliyim ki özledim galiba o süreci. Ne tv, ne tiyatro oyunları ne de sinema filmleri arasında ayrım yapamıyorum. Bir oyuncu olarak hepsinde olmak istiyorum. Birini yaparken diğerini çok özlüyorum. Her birinin keyfi ayrı benim için. Hiç birinden vazgeçemem.

Sanat hayatınızda yeni projeler var mı?

Şu sıra Eskişehir’de iki oyunum devam ediyor. Maskeliler ve Beşinci Frank. Bunun dışında yeni projem İstanbul’da. DasDas tiyatroda ‘Baba’ Adlı oyunum 16 şubatta prömiyer yapacak. Fakat ülkemizde yaşanan büyük trajedi, ülke çapında oyunların ve konserlerin ertelenmesini gerektirdi. Bu röportajı yaparken henüz netleşmedi ama yüksek ihtimalle bu prömiyer de diğer oyunlar gibi ertelenecek. Zira DasDas Tiyatro şu an bir yardım toplama merkezi olarak çalışıyor. Bunun dışında, görüşmelerimizin devam ettiği, Tv ve Dijital Platform işleri var. Kesinleşmediği için henüz bunlardan bahsetmeyeyim.

Tiyatro ve filmlerden kalan zamanlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bazen gerçekten çok yoğun dönemlerim oluyor. Bu dönemlerde, koşuşturma içinde kendime ayıracak pek vaktim olmuyor. Ama yoğunluk bittikten sonra, bu dönemde ertelediğim ve yapmak istediklerimi yapıyorum. Bir sonraki yoğun döneme hazırlanmak için kondisyonumu yükseltmek üzere spor süreci başlıyor. Bunu dışında müziğe zaman ayırmak en keyif aldığım şey. Ertelediğim filmleri ve tiyatro oyunlarını izlemek, kitapları okumak, konserlere gitmek, uzun zaman görüşemediğim arkadaşlarımla zaman geçirmek ve sokağa çıkıp uzun yürüyüşler yapmak en çok yapmayı sevdiğim şeyler.

Oyuncu olmak isteyen gençlere neyi tavsiye edersiniz?

Kesinlikle eğitim almalarını tavsiye ederim. Öncesinde bulundukları kentlerdeki amatör oluşumlarda, okul kulüplerinde ve ya kurslarda kendilerini sınayabilirler. Bu işi yapmak için gerçekten çok istemeliler ve çok çalışmalılar. Çünkü dışarıdan çok cazip, çok ışıltılı görünen bu meslek, içine girdiğinizde hiçte düşündüğünüz gibi çıkmayabilir ve belki de sizi çok mutsuz edebilir.