“Aşktan daha güçlü bir inanç yoktur. Ne kadar büyük hayal kırıklıkları yaşarsak yaşayalım eğer benliğimiz gerçek aşk tarafından ele geçirilmişse, o yakıcı duygu bizi asla terk etmez.” (s. 200)
Bir gün bu dünyadan her şeyi bırakıp göçünce, yakınlarımızı gülümseten bir imza bırakabilecek miyiz geride?
Yaptıklarımızla mı, yoksa yapamadıklarımızla mı anılacağız?
Düşünmüyoruz, düşünemiyoruz.
Farkında mıyız bilmiyorum; hızla ilerleyen zaman tünelinde ne için yaşadığımızı bile iyice anlayamadan emekle, hayalle kurmaya çalıştığımız daracık hayat alanımızı iyice daraltıyor, kendi zindanımızı inşa ediyor, sonra da kendimizi o zindana mahkûm ediyoruz.
İnsanları sevmekte pek becerikli değiliz galiba. Sevince her hakka sahip olduğumuzu sanıyor, sonsuz kısıtlama hakkını buluveriyoruz kendimizde. Elimizle oluşturduğumuz bu zindanlara kendimizle birlikte sevdiklerimizi de tıkıp gardiyanlık etmeye başlıyoruz.
Herkesin birbirini strese ittiği çağımız dünyasında, birbirimize destek olmayı, sevdiklerimizin dinlenebileceği sakin ve sıcak bir omuz olmayı beceremiyoruz.
Genç olanlarımızın, yaş kemale erince “bir varmış bir yokmuş, dünyada acayiplikler çokmuş” diye başlayıp torunlarına anlatacakları, akla hayale gelmeyen olaylarla dolu bu günleri yaşarken elime geçiverdi bu masalımsı kitap.
“Ahmet Ümit”in “Bir Aşk Masalı” adlı kitabı.
Beyaz bulutlar üzerinde gezinmeyi sağlayan bir masal kitabı gibi görünse de verdiği mesajla hayatımızı sorgulamanın yolunu açan bir kitap.
Sonunda okura, kararlı bir ses tonuyla “asla sevdiğim insanların gardiyanı olmayacağım” dedirten bir kitap.
***
Kardeşlik halinde yaşanan bir dünyada var olan Buz, Kum, Su, Rüzgâr ve Dağ ülkelerinin yakışıklı prensleri aynı gece, aynı rüyayı görürler. Ayrı ayrı rüyalarına giren, ışıklar içindeki genç ve güzel bir kız beşinin de aklını alır, elleri ayaklarına dolanır, ruhları altüst olur; kâhinlere danışırlar. Sonunda hayallerinin peşine düşerler. Aynı zamanlarda, benzer maiyetleriyle rüyalarında gördükleri efsunlu kızı bulma umuduyla, aşk uğruna yola çıkarlar. Amaçlarına ulaşabilmek için her biri farklı ve zorlu mücadeleler verirler.
Sonunda ulaştıkları kızlarla ilgili hayal kırıklığına uğrarlar. Çünkü karşılaştıkları kız, rüyalarındaki efsunlu güzel değildir.
Hüzün ve pişmanlık duyguları içinde yeniden yola revan olurlar. Ta ki prensler ve maiyetleri aynı amaç için çıktıkları yolda, aynı yerde karşılaşıncaya kadar.
Konuşarak birbirlerini anlamaya çalışırlar. Yaşadıkları değişimin farkına varan prensler, hedefe ulaştıklarını sandıklarında bir yenilenme içine girerler. Ortak hedefler koyar ve “aradığını ancak gördüğün yerde bulabilirsin” anlayışından hareketle “aşk zindanı” inşa ettiklerinin farkına varmadan, rüyalarındakinin tıpkısı olan bir “Aşk Kenti” kurmaya başlarlar.
O güne kadar aşklarına ulaşabilmek için kararlı davranmışlar, cesurca yaklaşmışlar, tutkularını yitirmemişler, iyi insan davranışları göstermişler ancak özgürlüğü unutmuşlar. Özgürlük olmayınca diğer hikmetlerin bir anlamının olamayacağını anladıklarında ise, çok geç olmuş.
“Özgürlük yoksa kararlılık felaketle sonuçlanır; özgürlük yoksa cesaret zulmün kapısını açar; özgürlük yoksa tutku büyük bir zindana dönüşür; özgürlük yoksa iyilik en korkunç kötülükleri uyandırır. … Sevmek için insanın hür olması gerekir, anlayın artık, özgürlük yoksa aşk da yoktur.” (s. 245)
***
Farklı konuları başarılı bir şekilde işleyebilen yazarımız Ahmet Ümit’in klasik okurları en çok Başkomiser Nevzat’ı bilir. Genelde polisiye romanlarıyla tanıdığımız yazar, bu kez bir -büyüklere- masal kitabı ile (ya da masal tadında bir kitapla) karşımıza çıkıyor. Sayfalar ilerledikçe o güzel anlatımıyla oluşturduğu kurgunun büyüsüne sürüklüyor insanı.
Okurken istemsizce sayfalar içine dalıveriyorsunuz. Onların rüyası sizin rüyanız, onların aşkı sizin aşkınız oluveriyor. Prensler ile yolculuklara çıkıyorsunuz. Birlikte mücadele ediyor, aşka ulaşmaya çalışıyor, birçok engel karşısında zaferler kazanıyorsunuz.
Normalde bir insana korku veren, yalnızca canlılığını korumaya çalışan yırtıcı kuşlar, yol gösteren yılanlar, cankurtaran balina, genç bir kızın yaşam suyu olan korkunç dev sempatik gelmeye başlıyor.
Sonunda da prenslerle birlikte inşa ettiğiniz “zindankent”te hissediyorsunuz kendinizi.
***
Aslında hepimizin peşinden koştuğumuz, hiçbir gerekçe sunmadan şiddetle arkasında durduğumuz ve yıllar içinde bizi içine çeken zindanlarımız yok mudur?
Bu hayatta sahip olmak istediklerimiz, işimizde ulaşmak istediğimiz mevkiler, inançlarımız, siyaset anlayışımız, tutkularımız, arzularımız…
Her birinin peşinden koşarken en değerli varlığımız olan ailemizden, kısacık hayatımızdan, kendimizden feda ettiklerimizi düşününce, her birimiz kendimize içinde daralacağımız zindanlar inşa etmiş olmuyor muyuz?
İnsan ilişiklerini, aşkı, sevgiyi Ahmet Ümit diliyle anlatan, sıkıcı kurgulardan uzak, üstelik kendimizi sorgulamamızı sağlayan büyüklere yazılmış bu aşk masalını ben keyifle okudum.
Size de keyifli okumalar dilerim.
***
“Çünkü siz insanlar sadece akıldan oluşmazsınız, duygularınız da vardır, anlamsız heyecanlarınız, delice tutkularınız. Üstelik onları doyurmazsanız, akılla kazandığınız her ne varsa, size mutsuzluk getirir.” (s. 134)
.