Bazen hayatın ne kadar kolaylaştığını söyler dururuz değil mi? Mutfakta işimizi kolaylaştırmak için aldığımız teknolojik ürünler, evimizin içine kadar giren bilim ve istediğimiz bilgiyi kısmen de olsa elde edebildiğimiz Google...

Teknolojik çağın da getirdiği kolaylıklarla, yaşantımızı daha rahat ve hızlı yaşanır hale getirirken, bazen kendi duygu yorgunluklarımızın üzerini sıva ile kapatır hale geldik. O sıvanın altında koca bir boşluk yatarken, yama ile hayatımıza devam etmeyi seçeriz. Üstünü örttüğümüz her bir boşluk, bizim hayat enerjimizi de içine çeker. Ben bu deliklere kara delikler diyorum. Adeta tüm enerjimizi yutan, üzeri yama ile kapatılan ve yok sayılan boşluklar...

Tüm bu boşlukları sıva ile kapadığımızda, yok saydığımızda ve hayatımızı bu şekilde devam ettirdiğimizde, sorun yok gibi görünür. Depresyona girmeyiz belki ama bir şeylerin eksik olduğunu hissederiz. Bazen enerjimizin tükendiğini hisseder, hiçbir şey yapmak istemeyiz.

Etrafımızda yaşam tüm hızıyla akarken, sanki bir fanusun içinde gibi hayata dokunmadan izlemeye başlarız. Bunu da şu şekilde ifade ederiz; “hayat enerjimi kaybettim!” ...

Aslında kaybolan bir şey yok. Hepimizin içinde bir yerlerde hayat enerjimiz saklıdır. Karanlıkta kalmış parçalarımızı bulmak, çıkarmak ve onu etkinleştirmek bizim elimizdedir... Bu deneyim bizim kendimizi yeniden keşfetmemize, ruhumuzu tekrar hatırlamamıza ve nasıl mutlu olabileceğimizi bulmamıza olanak sağlayacaktır...

Hiç kendine vakit ayırıyor musun ben kimim diye? Nelerden hoşlanırım? Ne yapmak bana keyif verir? Keyif aldığım şeylere ne kadar vakit ayırabiliyorum? Sağlıklı yaşam için neler yapıyorum? Beslenmeme dikkat ediyor muyum? Bedenim bana ne söylüyor? Çevrem ile olan ilişkilerim nasıl? Kendime her açıdan gerekli özeni gösteriyor muyum? Benim neye ihtiyacım var ve ben tüm bunlar için ne yapıyorum? ...gibi...

Bireysel danışmanlık yaptığım kişilerin çoğundan, şöyle bir cümleyi çok sık duyarım; “Kendimi çok bitkin ve tembel hissediyorum. Depresyonda değilim, ters giden bir şey yok ama tüm enerjimi ve yaşam sevincimi kaybetmiş gibiyim. Neler olduğunu bilmiyorum ve açıkçası bunun için de ne yapmam gerektiğini de bilmiyorum?” gibi anlam içeren cümleleri çok sık duyarım. Adeta yön duygularını kaybetmiş gibi hissettiklerini vurgulayan ve bunun için ne yapacağını bilmeyen insanların, üzerinde çalışacağı tek şey hayat enerjisidir. Hayat enerjisini etkinleştirerek ne yapman gerektiğini ve kim olduğunu öğrenebilirsin.

Hayat enerjimizin üç bileşeni vardır. Fiziksel bedenimizle olan ilişkimiz, çevremizle olan ilişkilerimiz ve kendimizle olan ilişkimizdir.

İlk basamakta, fiziksel bedenimiz ile olan ilişkimiz yer almaktadır. Kendimizi daha iyi hissetmemiz için fiziksel bedenimizle ilişkimizin rolü oldukça fazladır.

Hareketsiz kaldığımızda bedenimiz ve duygularımız enerjiyi depodan tüketmeye başlar. İçi boşaldığında da sevinci, umudu ve en çok da hayat enerjimizi tüketir.

Hayat enerjimizi kaybettiğimizde, sadece aklımıza depresyon geldiği için, bedenimizin attığı çığlıkları duymayız. Oysaki içimizde bu çarkı oluşturan bir döngü vardır. Zihnimiz fazla yorulduğunda, bedenimiz de yorulur.  Hareket ihtiyacını karşılamadığında ise arıza vermeye başlar. Bu nedenle kendini duyurmak için bizi bitkin, yorgun, öfkeli ve enerjimizi tükenmiş hissettirir...

Bedenimizi çalıştırmak için en güzel yol egzersiz yapmaktır. Egzersiz yapmak, sadece beden sağlığımız için değil, ruh sağlığımız için de oldukça önemlidir. Zihni daha çok motive olmaya ve daha sağlıklı düşünmeye iter. Bu şekilde baktığımızda, temel zihinsel becerimize etkisi oldukça fazladır. Aynı zamanda stresi de azaltır.

Çoğu zaman egzersiz için “Hiç vaktim yok!” Cümlesini kurarız ve zihnimiz bizi haklı çıkarmak için önümüze binlerce argüman sunar, “çünkü çalışıyorum”, “çünkü sabah bunun için vaktim yok”, “çünkü akşam yorgun geliyorum” gibi binlerce bahane... Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi, zihnin görevi bu... Bize hizmet etmek ve bizim sorduğumuz sorulara yanıt aramak ve bulmaktır...

“Hiç vaktim yok” diyorsanız şu sorulara cevap arayın; “egzersiz senin için ne ifade ediyor?”, “hiç mi vaktin yok?”, “vakit ayırmak istesen bunu nasıl yapardın?”, “günün belli bir saatinde vakit ayırabildiğini düşün... bu hangi zaman dilimi olurdu?”bu zaman diliminde senin için yapılabilir egzersiz hangisi olurdu?” “Bunun için neye ihtiyacın var?” gibi sorulara verdiği yanıtlarla kişi harekete geçebilir...

Fiziksel bedenimizle ilişkimizin bir diğeri ise sağlıklı beslenme ve uyku düzenidir. Uykularımız bozulduğunda ve gece geç yattığımızda melatonin salgılanmadığı için bizi mutlu hissettiren serotonin de salgılanamaz.  Çünkü melatonin serotoninin yapısında önemli bir rol oynar...

Beslenme konusunda da çoğu zaman özensiz davranırız. Bedenimizin ne istediğinden çok, bizi kısa sürede hangi yiyeceğin hoş hissettireceğine odaklanır ve onu tüketiriz.  Daha sonraki günlerde ise bedenimiz bizimle konuşmaya başlar; “bunu bir daha yapma! Kendimi çok kötü hissediyorum” der gibi serzenişte bulunur. Biz ise bedenimize kulaklarımızı kapatıp, dışarıda olup bitenlerle ruh halimizi anlamlandırmaya çalışırız. Halbuki bedenimiz kendini duyurabilmek için bizi mutsuz hissettirir...

Tüm bunlara baktığımızda, fiziksel bedenimiz ile ilişkimizin ruh sağlığımız açısından oldukça önemli olduğunu görürüz.

Hayat enerjimizi yükseltmenin ikinci basamağında çevremizle olan ilişkilerimiz yer alır. İlişkilerimiz, tıpkı bir dağa tırmanırken, bizi güvende hissettiren ve ileriye taşıyan ekipmanlar gibidir. Kendimizi iyi hissettiren insanlarla bir arada bulunmak bizi pozitif yönden etkiler. Enerjimizi düşüren insanlar ise bizi aşağıya çeker. Onlarla görüştükten sonra üzerimizden adeta kamyon geçmiş gibi hissederiz.

Bir düşünün... Bir araya geldiğinizde, size kendinizi iyi hissettiren kişi ya da kişiler kimlerdir? Bu kişi ya da kişilere yeterince vakit ayırabiliyor musunuz? Onlarla bir arada olduğunuzda ne hissediyorsunuz? Sizi pozitif yönde etkileyen insanlarla yeterince vakit geçirmek, onlara zaman ayırmak, hayat enerjinizi nasıl etkiler?... Çevremiz ile kurduğumuz tüm ilişkilerimiz hayat enerjimiz üzerinde oldukça etkilidir. Bu ilişkilerimizi gözlemleyip, bizi aşağıya çeken ve yükselten durumların neler olduğunu tespit edebilir, bunun sonucunda ise bazılarını hayatımızdan çıkartabilir bazılarını iyileştirebilir bazılarını da hayatımıza dahil edebiliriz.

Hayat enerjisinin en üst katmanında ise kendimizle olan ilişkiniz vardır. Hepimiz kendimizle bilinçaltında ilişki kurmalıyız. Çünkü bilinçaltımızı etkinleştirmeden içinde ne olduğunu bilemeyiz. Bunun en etkili yöntemlerinden biri ise yazmaktır. Bunun için de yapabileceğimiz en güzel şey günlük tutmaktır. Yazmak kişide büyülü bir etki yaratır. Kendimizle olan ilişkimizi yazarak geliştirebiliriz. Tabii yazma konusunda bir sürü bahane ürettiğinizi duyar gibiyim... Ne yazabilirim? Yazma konusunda iyi değilim? Yazmak fikri ilgimi çekmiyor... gibi birçok sebepler sunabilirsiniz. Fakat bunların hiç birinim bir önemi yok. Çünkü bu çalışmada nasıl yazdığınızın değil ne yazdığınızın önemi vardır. Yazmak bilinçaltımıza tuttuğumuz bir ayna gibidir ve orada olan her şeyi yansıtır. Yazmaya başladığında çoğu zaman bildiğinizi bilmediğiniz şeyler de ortaya çıkabilir.

Kendimizle olan ilişkimizde duygu ve düşüncelerimizi takip etmemizde çok önemli. Bunlar size ne söylüyor? Enerjinizi nereye taşıyor ve kendinizi nasıl hissettiriyor? Bu düşünceler ve duygular sizi olumsuz etkiliyorsa bunların gerçeklik değerini kendinize sorun. Tabii ki bu olumsuz duygu ve düşünceler çeşitlilik gösterebilir. Bazıları yaşadığınız bir deneyim sonucu edindiğiniz duygu ve düşünceler olabilir ya da susmak bilmeyen iç sesinizin yarattığı duygu ve düşünceler de olabilir. Eğer sizi etkileyen bu duygu ve düşünce silsilesi bir varsayımsa, onun gerçekliğini sorgulayın. Bu bir varsayım mı yoksa gerçek mi? Bu bilgiyi nereden edindim? gibi...

Diğeri ise yaşanan bazı deneyimler sonucu ortaya çıkan duygu ve düşünceler silsilesidir. Yaşadığımız bazı olumsuz deneyimlerde ortaya çıkan sonuçları çoğu zaman arka plana taşırız. Bazı zamanlar ise zihnimiz onu önümüze getirir ve kendimizi yorgun, bitkin ve mutsuz hissetmemize sebep olur. Keşkeler içinde boğuluruz. Yeni senaryolar yazar “şöyle yapsaydım sonuçları şu şekilde olurdu, bunu eksik yaptım o yüzden böyle oldu, keşke şu şekilde davransaydım, bugün farklı şeyler olabilirdi” gibi geçmiş deneyimlerimizden elde ettiğimiz sonuçların sebepleri üzerine senaryolar yazar, kendimizi daha kötü hissederiz. Tüm bunlar karşısında kendinize şunu söyleyiniz; “o zamanki şartlarda, seçenekler arasında verebileceğim en doğru kararı verdim, bugün farklı biriyim ve benzer durumla karşılaştığımda, geçmiş deneyimlerimden edindiğim tecrübelerle, çok daha farklı adımlar atabilirim” ...Unutmamalıyız ki, tıpkı arka planda işleyen telefon uygulamalarının şarjı tükettiği gibi, aynı konuları sürekli düşünmek de bizim enerjimizi tüketir.

Yaşadığımız mutsuzluk, azalan yaşam enerjimiz aslında bizim pusulamız gibidir ve bize neyi eksik bıraktığımızı hatırlatır... “Nasıl daha iyi bir yaşama sahip olabilirim?” sorusunu kendinize daha sık sorup, yaşam alanlarınız üzerinde düşünün. Duygularımızın ve bedenimizin nerede sıkıştığını anlayabilirsek eğer, belki de hayatımız tümüyle değişecektir...

Mutluluk sizin yaşam enerjinde saklı...

Sevgiyle kalın...