“Aramızdaki temel fark ne biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun!” “Peki sen ne görüyorsun bakalım?” “İnsan sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan.” Serenad- Zülfü Livaneli

İlk kez gördüğümüz bir insan hakkında fikir sahibi olmamız yalnızca 4 saniyelik bir süreden ibaret. Bir insan güzel mi çirkin mi, enerjisi iyi mi kötü mü, güvenilir mi değil mi vs gibi düşünceler istemsiz olarak sadece 4 saniyede şekilleniyor kafamızda. Bir insanı tanımak için çok kısa gibi görünse de çoğu zaman mantığımızdan çok sezgilerimiz yeni tanıdığımız biri hakkında bizlere ışık olduğu için çok da yadırganacak bir zaman dilimi değil aslında bu 4 saniyelik süre... Ki çoğunlukla bazı konularda hislerimiz bizi yönlendirir... 

Hayat boyu kişiliğimiz, kimliğimiz, kariyerimiz, inancımız, giyim tarzımız, ideolojimiz ve hatta basit ihtiyaçlarımız bile üzerimize giydiğimiz ceketlerdir... Ancak asıl kimliğimiz tüm bu ceketleri çıkarttığımızda geriye kalandır... Mantıken baktığımızda iyi bir meslek sahibi isek ve bu meslek üzerinden çevremiz tarafından değerlendiriliyorsak bir gün gelip de mesleğimizden olduğumuzda ya da maddi gücümüz bizi diğer insanlardan üstün kılarken bu gücü kaybettiğimizde elimizde kalan nedir mesela... Çok güzel bir kadın iken bir kaza sonucu o güzelliğinden olduğunda elimizde kalan yani tüm bu özelliklerimizi kaybettiğimizde bizleri biz yapan nedir ? Ve "biz kendimizi bu anlamda nerede konumlandırılıyoruz?" Bu soruyu sık sık sorup kendimizi gözden geçirmeliyiz... Çünkü şöyle bir gerçek var ki; insan kendisini nasıl değerlendiriyor ve hatta yargılıyor ise etrafındaki kisileri de bu pencereden görüyor. Ve o pencere ne kadar temiz ise etrafındakileri de temiz görüyor... 

Zülfü Livaneli'nin belirttiği gibi: aslında en yalın hali ile insan, sadece insan bazen... Diğerlerine yüklediğimiz anlamlar ve değerlerin zerrece önemi kalmıyor karşımıza çıkan insanları "en sade hâli" ile gördüğümüzde... Örneğin inancından, dış görüntüsünden, maddi durumundan vs ötürü yargıladığımız bir insanın geçtiği yollardan geçmedik, içinde bulunduğu yaşam şartlarını bilmiyoruz mesela ama ne kolay yargılıyoruz bazen değil mi? Kırılgan, naif bir kalbinin olabileceğini bilmeden. Geçtiği dikenli yolları bilmeden... Ki hayat hep çiçekli yollar sunmaz insana... Ya da bir insanı tanımak için geçen o 4 saniyede ideolojisini, siyasi görüşünü ve hatta milliyetini öğrenmek amaçlı mı bakarız o insana, yoksa yalnızca "insan" olarak mı? 

Ne zaman sonlanacağını asla bilemediğimiz ömrümüz de tanıdığımız her insan bizlere bir şeyler öğretir... Yetişkin insanlar olarak küçük bir çocuktan, hayatının son demlerini yaşayan yaşlı bir insandan, ağaca tırmanmaya çalışan bir kediden, sokaktaki köpekten, betonların arasından açmaya çalışan bir çiçekten bile bir şeyler öğrenir insan... Elbette ki bakmayı bilir ise... Ve bize sunulan bu hayatı iyilik ve güzelliklerle dolu dolu geçirmek için her an yaşam kitabını; insanları, doğayı, yaşananları en yalın hali ile okumalıyız... Bunu yaparken de kimseyi yargılamadan, kırmadan, dökmeden, bizler gibi bir yaşam mücadelesi içinde olan her insana, İNSAN olarak bakarak...