Geçmiş yıllardan günümüze kadınların kendi özgür iradeleriyle, başka insanların baskısı olmadan, kadınlığı belirli kalıplara sığdırmadan özgürce bir yaşam sürmeleri gayet insanî bir istek ve olması gerekendir. Ama bakıldığında özellikle de son yıllarda özgürlük kavramının "kadınların istedikleri şekilde vücutlarını teşhir etmeleri" üzerinden tanımlandığını görüyoruz...
Ne yazık ki hayatın baharında ki gencecik kızlarımız da dâhi böyle bir algı var... Bizler kadın olarak en değerli varlığımız olan bedenimiz üzerinden bu derece dar kalıplara sığdırılmayı hak etmiyoruz lakin. Bu haksızlığı erkeklerin yapmasını geçtim kadınlar dâhi kendilerine yapabiliyor... Oysa ki gerek Avrupa gerekse kendi tarihimizde geçmişten günümüze kadınların bir şekilde hayatın içinde varolma süreci en amayane tabirle "dilediğince açıl" mantığı ile olmamış... Osmanlı'nın son dönemlerinde artan basın yayın ve gazetecilik çalışmalarında fikirleri ile görünür olmanın mücadelesini vermişler ilme ve bilime önem veren kadınlar... Ki bu tür kadınların günümüze dek ulaşan eserleri bunun en somut kanıtıdır. Örneğin; ilk kadın roman yazarımız Fatma Aliye, ilk Türk kadın gazetecimiz Selma Rıza Feraceli gibi isimler bunlardan bazıları... Ve şimdilerde yalnızca "bedeni" ile gerek sosyal medya gerek günlük yaşamda yer almaya çalışan gencecik kızlarımız zihniyle, fikriyle, zekasıyla da başarılı olmanın gayretinde olmalılar aslında... İnsanların kendisini adadığı, uğruna ameliyat masalarına yattığı, standart güzellik kalıplarına ulaşmak için çabaladığı görüntü gün gelip yok olduğunda bizi biz yapan, var eden tek şey fikirlerimiz, ideallerimiz ve yaşam şeklimiz olacak... Bu idrakle bakıldığında kadınların geçmişten beri kendi kimliklerini inşa etmeleri günümüzde dâhi zorken, kendimizi "birilerinin" "ideal kadınlık" tanımına sığdırmak zorunda olduğumuza da inanmıyorum. Ki başkalarına göre değil de kendi hür iradesi ve fikirleriyle varolan kadın güçlü kadındır bana göre... O yüzden de "ne kadar açıksan o kadar özgürsün" değil, "kendi dünya görüşüne, inandığın değerlere, kimliğine ne kadar sahip çıkarsan o kadar özgürsün"... Kaldı ki yaşam tarzı nasıl olursa olsun; ister seküler isterse de dindar olsun her kadın belirli kalıplara sokulmak, başkalarının düşündüğü gibi yaşamak için zorlanıyor zaman zaman. Bu gerek ailesi, gerek eşi, gerek toplum tarafından olabiliyor. Kadınların kendi fikirlerinin hiçe sayılıp "başkalarına" göre yaşaması isteniyor... Bakıldığında herkes kendi aldığı kararlardan sorumlu olduğu halde... Açıkçası çok acı bir durum. O yüzden de kadınların kendi düşünce yapısını oluşturup hayatta dimdik durması, kendi kimliklerine uygun yaşaması için de sadece dış güzelliği değil fikri ve düşünce yönünden de güçlü kadınlardan ilham almak gerekiyor galiba. Osmanlı'nın Yükselme Dönemi'nde kadınların günlük yaşamlarını ev işleri ve dikiş nakış gibi uğraşlar ile geçirip kitaplara mesafeli olduğu dönemlerde ki toplumda okuma yazma oranının çok az olduğu düşünülürse bir kadın olarak ilk kadın şairlerimizden olan Mihrî Hatun elinden kitap düşmeyen ve hatta şiir yazan bir kadınmış... İnandığı şeylerden asla taviz vermeyen güçlü bir kadın portresi olarak onu bahsettiğim bu duruma örnek verebiliriz. Ki günümüzde ve yakın tarihte de Mihrî Hatun gibi bir çok örnek mevcut... Mühim olan kendimizi nasıl şekillendirmek istediğimiz... Bu yalnızca görüntümüz ile mi yoksa fikirlerimizle de varolmayı isteyip istememekle ilgili biraz da...