Malumdur ki "çürüme" kavramı bir anda ortaya çıkmayan, belli bir zaman dilimini kapsayan bir olay. Mesela bir gıdanın çürümesinin belki birkaç gün, belki ayları alması gibi... Ülkece şu sıralar çokça sorguladığımız "Sosyal Çürüme" tanımı da ülkemizde sinsice yer edinme gayreti içerisinde.
Bu kavramı; son zamanlarda yaşanan birçok acı olay ile iyice sorgular hale gelsek de aslında çok önceden beri üzerinde düşünmemiz ve farkına varmamız gereken bir durumdu. Ve yazımın en başında belirttiğim gibi bu çürüme bir anda olmadı ne yazık ki... Bu duruma neden olan birçok etken var elbette. Lakin bunlardan biri ve bence en önemlisi de internetin, özellikle de sosyal medyanın yaşamlarımızın her alanında bizleri kontrol altına almış ve zihinlerimizi bir nevi yöneterek birer egoist, narsist bireyler haline getirmiş olması... Teknolojinin geldiği noktanın hayatlarımızı kolaylaştırıcı etkisini göz önüne alırsak, internet gibi bir nimetten tamamen uzak kalmamız çok da akıllıca olmaz. Ancak 2000li yıllardan itibaren özellikle de Facebook'un hayatlarımıza yavaş yavaş dahil olmasıyla çoğu insani yönümüzü kaybettiğimizi söylemek mümkün. Mesela ilk Facebook hesaplarımızı açıp sosyal medya dünyasına adım attığımız dönemler, uzun zamandır görmediğimiz, haber alamadığımız tanıdık birçok arkadaşımız ya da dostumuzla etkileşim sağlama; sevdiğimiz fotoğraf ve anılarımızı paylaşma ve sohbet etme, eğlenme gibi masumane özellikler için kullanırken zaman geçtikçe "kişilerin yediğini, içtiğini, gezdiği yerleri, gittiği ortamları başkalarına gösterme, bununla övünme" gibi bir amaca evrildi. Ve ne yazık ki insan egosunun bu durumdan aldığı doyum onu her anlamda "tüketim çılgınına" çevirdi. Ve sonrasında ne oldu biliyor musunuz? Dolabımızda belki de bizleri uzun yıllar idare edecek giysilerimizi basit bulmaya ve sosyal medyada reklamı yapılan her ürün için hunharca alışveriş yapmaya, abartılan her eşya için cüzdanlarımızı boşaltmaya başladık. Sadece zamanımızı çalmadı internet, başka insanların "mükemmel hayatlar" yaşayıp bizlerin yaşam telaşı içerisinde asla onlar gibi olmadığımızı düşünmemize; hayatı kaçırıyor gibi hissetmemize ve "acaba bizde mi bir problem var" deyip kendi yaşamlarımızı sorgulamamıza sebep oldu. Sadece reklam üzerinden kolayca para kazanma yollarını öğreten sosyal medya fenomenleri okul çağındaki çocukların idolleri oldu, eğitimli insan profili aşağılara çekildi. Filtreli fotoğrafların ortaya çıkarttığı gerçekdışı ve mükemmeliyetçi güzellik algısı ise, özellikle ergenlik döneminde gelişme sürecinde olan gençlerin vücutlarında ki olağan değişimleri kusur gibi görülüp abartmalarına ve küçücük yaşlarda estetik uğruna ameliyat masalarına yatmalarına sebep oldu... Oysa ki beden her daim gelişen ve değişen bir şey ve her insan farklı yönleri ile biricik olmasına rağmen, dolgun dudakların, çıkık elmacık kemiklerin ve minik bir burnun olursa güzel kabul ediliyordu sosyal medya dünyasına göre... Ve ne yazık ki bu gerçekliğe gencecik zihinler inandırıldı. Sonra "ideal insan, ideal eş, ideal kadın, ideal erkek" gibi tanımlar ile insanlar öyle dar kalıplara sokuldu ki zihinler küçüldükçe bu yaşamlarımıza ve düşünce yapımıza yansıdı.Yani bu saydıklarım dışında birçok olumsuz durum yüzünden aslında son dönemin en büyük icadı "internet" yani aslında sosyal medya bizlerden bir sürü şeyi aldı götürdü... Her insanın kusurları ile insan olabileceği, görsel olarak mükemmelliğin asla insanlığın en üst modeli olmayacağı, sadece bedenlerimizden ibaret olmayıp duygu ve hislerimizin, insanî özelliklerimizin olduğu bizlere unutturuldu. Böylece bizi biz yapan yanımızı da yavaş yavaş ikinci planda tutma eğilimimiz tüm toplumu yani bizleri etkiledi... İşte bunun en somut örnekleri; sırf kişisel mevzuları yüzünden harcanan küçücük bir kız çocuğu Narin'imiz; bir kaç insanın olumsuz yaşantılarına alet edilip melek olan Sıla bebeğimiz; güzeller güzeli iki genç kızımızın katledilişi ve son günlerde gündemi meşgul eden yenidoğan çetesinin yaptığı aşağılık olaylar... Gerçekten de yazması dahi elzem bu olaylar toplumumuzun geldiği son noktayı gözler önüne seriyor.Her birinin çıkış noktasında ise "insanlık ve merhamet" kavramlarının tükenmiş olduğu, bencilce bir yaşam şekline inandırılmış "sadece ben ve benim isteklerim" mantığı ile hayata bakan insanların yol açtığı olaylar silsilesi olarak görebiliriz... İşte bahsettiğim internet ortamı ve tabii bunun dışındaki birçok araçla ortaya çıkan hatta çıkartılan devamlı bir şekilde egonun yüceltildiği ve zamanla narsist bireylerin yol açtığı çok acı olaylar her biri...Elbette psikolojik, sosyolojik ve hatta ekonomik gibi bir sürü etkenden yalnızca bir tanesi olan sosyal medya çılgınlığı ve neden olduklarını irdeledim yazımda. Ama emin olun ki sosyal çürüme tabirine bir anda sahip olmadık ülkece. Bizler zamanla bu noktaya geldik... Ne yazik ki... Şunu unutmamak gerekir ki; insanlığımızı ve merhametimizi kaybetmemek ve bu hayatta yalnızca kendi egomuzdan ibaret hissetmememiz gerekiyor... Ve evet hayat yalnızca kendi bedenimiz ve ruhumuzdan, isteklerimizden ibaret degil... Bu hayatta bizim dışımızda da zorluklarla mücadele eden insanlar, canlılar var... Ve sadece kendi acılarımız, kendi eksiklerimiz, kendi üzüntülerimiz, kendi hüzünlerimiz, kendi mutluluk sebeplerimiz üzerinden bakamayız bu hayata. En azından bu bencilliği yüceltemeyiz... Ve Doğan Cüceloğlu hocamızın dediği gibi; "Mükemmel değil, merhametli çocuklar yetiştirin. Karıncaları ezmeyen, ağaç dallarını kırmayan, çiçekleri ezip geçmeyen, sevgiyi hissetmeyi ve hissettirmeyi bilen çocuklar." yetistirmemiz sandığımızdan da mühim... Ve belki hayatın sadece kendi dünyasından ibaret olmadığını bilip tüm dünyayı sevgi ve merhameti ile kucaklayan çocukların varlığı sayesinde toplumsal çürüme kavramı da zamanla tarih olacak...