Tarih, bazı zaferleri sadece anlatmakla kalmaz, onları yaşayanların yüreğine kazır. Çanakkale, işte böylesine derin bir iz bırakan, yalnızca bir askeri zafer değil, bir milletin varoluş mücadelesinin sembolü haline gelmiş destandır. Bir tarafta dünyanın en büyük donanmalarına sahip emperyalist güçler, diğer tarafta yoksulluk ve imkânsızlık içinde savaşan Mehmetçik…

Düşman, silahlarıyla güçlüydü; biz ise yüreklerimizle.
Çanakkale Savaşı, sadece bir askeri zafer değil, aynı zamanda insanlığın gördüğü en büyük fedakârlık destanlarından biridir. Mehmetçik, bir avuç kumanyayla, kimi zaman aç, kimi zaman susuz ama daima dimdik, vatanını savunmak için gözünü kırpmadan cepheye koştu. O cephede sadece tüfekler ve toplar değil, yürekler ve idealler de çarpıştı.

Bir şafak vakti düşen her nefer, bu topraklara yalnızca bir asker olarak değil, bir efsanenin parçası olarak karıştı. Anafartalar’da, Conkbayırı’nda, Arıburnu’nda yazılan hikâyeler, bugünün özgürlüğüne ışık oldu...

Denizin Üstü Ölüm, Toprak Altı Vatan

18 Mart 1915 sabahı, Boğaz’a hâkim tepelerde nöbet tutan askerler, ufukta beliren devasa savaş gemilerini gördüğünde, o günün sıradan bir gün olmayacağını biliyordu. İngiliz ve Fransız donanmaları, tüm güçleriyle saldırıya geçti. Ocean, Bouvet, Irresistible gibi dönemin en güçlü zırhlıları, boğazı geçerek İstanbul’a ulaşmayı planlıyordu. Ne var ki, karşılarında ne korkuya kapılan ne de geri çekilen bir ordu vardı.

Nusret Mayın Gemisi’nin denize bıraktığı mayınlar, düşmanın hesap edemediği bir sürpriz oldu. Boğaz’ın karanlık sularında Bouvet, bir anda infilak etti, Ocean ve Irresistible onu takip etti. Deniz, o gün düşman gemilerine mezar olurken, Mehmetçik’in direnişi daha da güçlendi. Düşman, geri çekilmek zorunda kaldı. Ve o gün tarihe şu cümle yazıldı: “Çanakkale geçilmez!”

Mehmetçik’in Sabır ve İnanç Sınavı

Çanakkale Savaşı, yalnızca denizde değil, kara savaşlarıyla da destanlaştı. 25 Nisan 1915’te Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yapan İtilaf kuvvetleri, burada da Türk askerinin iman dolu göğsüne çarptı. Mehmetçik, açtı, susuzdu, ama yorgunluğu aklına bile getirmedi.

Conkbayırı’nda gökyüzünü kaplayan mermiler arasında yürüyen bir adam vardı, Mustafa Kemal... Ve o gün, tarihe kazınan o emri verdi ” Ben size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka komutanlar alabilir.”

O emirle birlikte askerler, siperlerinden çıkıp ileri atıldılar. Bazen süngüyle, bazen taşla, bazen yalnızca bedenlerini siper ederek düşmana karşı koydular. O gün, orada can verenler, sadece bir savaşta şehit düşmedi; bağımsız bir ülkenin temellerini attılar.

Anafartalar’da Doğan Güneş

Anafartalar, Arıburnu, Seddülbahir, Kanlısırt, her biri acının ve kahramanlığın iç içe geçtiği yerlerdi. Kimi, cebindeki mektupla can verdi; kimi, annesine yazdığı son satırları bir taşın altına sıkıştırıp vedalaştı. Şehit düşenlerin cebinden çıkan notlar, onların sadece asker değil, birer insan olduğunu hatırlattı bize.

Bir Mehmetçik’in cebinden çıkan şu satırlar, Çanakkale ruhunu özetliyordu:

“Beni merak etmeyin, anam. Şehit olursam üzülme. Bu topraklar bizim, biz de bu topraklar için varız. Eğer dönemeyecek olursam, bil ki vatan sağ olsun.”

Bugün Bize Düşen…

Çanakkale, geçmişte kalmış bir savaş değil, bizlere bırakılmış bir emanettir. O gün bu topraklar için can verenler, sadece bir milletin özgürlüğünü değil, bir ruhu da inşa ettiler. O ruh, bugün hâlâ nefes alıyor mu? Şehitlerin bize emanet ettiği vatanı, fikirleri, birliği, beraberliği ne kadar koruyabiliyoruz?

Bugün 18 Mart’ta yalnızca anmak yetmez. Onların uğruna can verdiği değerleri yaşatmak, bağımsızlığın, adaletin, vicdanın, merhametin, kardeşliğin ne demek olduğunu anlamak gerekir. Çanakkale, sadece geçmişe dönüp bakacağımız bir destan değil, geleceğe ışık tutan bir zaferdir...

Bu vesileyle, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Çanakkale’yi geçilmez kılan tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz.

Çünkü bazı zaferler unutulmaz. Ve bazı kahramanlar, hiç ölmez.