Osmanlı İmparatorluğu döneminde saray mutfağının vazgeçilmezi bir besin kaynağı olan yoğurt, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Fransa krallarından 1.Franseu ateşli ishal hastalığına yakalandığında, krala ilaç olarak gönderildi.

Yoğurt kelimesinin Kaşgarlı Mahmut tarafından Divan-ı Lügat’üt Türk’te kullanıldığı tespit edilmiş, yoğurdun öyküsü ve tarihçesi başlığıyla yapılan açıklamalarda şu ifadelere yer verildi; “Bugün yoğurdun nasıl yayıldığını herkes az çok biliyor. Sütün yoğurt haline dönüşmesi için eski yoğurt maya görevini görüyor. Peki insanlar sütü nasıl maya haline getirdi? Yani yoğurtsuz yoğurt nasıl yapıldı? Milli yiyeceğimiz olan yoğurdun ilk defa nasıl yapıldığına dair yeterli kesin bir bilgi mevcut olmamakla birlikte, göçebe olarak yaşamlarını sürdüren atalarımızın yoğurt yapımında kullanıldığı doğal mayalar karınca yumurtalarıymış. Taşların altında yer alan küçük ve beyaz baloncuk şeklindeki taze karınca yumurtalarını ezmiş ve ısıtılan sütün altına koymuşlar. Böylece sütün karınca yumurtalarında bulunan kimyasal maddeler yardımıyla mayalanarak yoğurt haline gelmiş.”

Eski Türkçede yoğurt kelimesi 8. Yüzyılda yazılan Divan-ı Lügat’üt Türk ve Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı eserinde bugün ki anlamıyla yoğurt kelimesinin kullanıldığı bildirildi.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde saray mutfağının vazgeçilmezi bir besin kaynağı olan yoğurt, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Fransa krallarından 1.Franseu ateşli ishal hastalığına yakalandığında, krala ilaç olarak gönderildi.

Bakterileri öldürücü özelliği ile yoğurt 1.Franseu’yu kısa sürede iyileştirmiş oldu.

Yerli yiyeceğimiz yoğurt, Avrupa ve Amerika’da 1800’lü yıllarda tanınmaya başlandı.

1900’lü yılların başında ise yoğurt ilaç olarak, kabul görüp bir dönem eczanelerde pastörize olarak satılmış.

TARHANA’NIN HİKAYESİ

Devrin sultanı, Ramazan ayında, bir gün tebdil-i kıyafetle şehri dolaşmaya çıkar. Yanında baş veziri vardır. Sultan; Paşa, akşam ezanı kimin kapısının önünde okunursa o evde iftar edelim, der. İftar vakti yaklaşmıştır. Ara sokaklara girerler. Her evin kapısının önünde bir kişi beklemektedir. Bir misafir bulup evlerine iftar için çağıracaklar. Başkalarına iftar ettirmenin zevkine tadacaklar ve sevabını alacaklar.

Sultan ve veziri kendilerini tanıtmadan, herkese selam vererek giderler. İftar topu atılıp akşam ezanı okunmaya başladığında, fakir ama gönlü zengin bir Müslümanın evinin önündedirler. Zaten ev sahibi de iftara birilerini çağırabilmek için orada beklemektedir. Sofra hazırlanmış. Sıcacık taze ekmek, tuz ve mis gibi tüten bir çorba vardır. Tuzla iftarlarını açarlar, ekmek ve çorba ile karınlarını doyururlar. Çorba, sultanın çok hoşuna gitmiştir. Ev sahibine; “Bu çorba çok hoşuma gitti. Ne çorbasıdır bu?” diye sorar. Çok zeki ve ferasetli olan ev sahibi; “Darhane çorbasıdır, sultanım” diye cevap verir.

Darhane, Anadolu insanının dilinde “tarhana” olarak yerini alır. Bazı yerlerde ise daha da kısaltılarak “tarana” olarak kullanılır.