Jeremy Rifkin ana muhalefet partimizin yeni başdanışmanı, Amerikalı bir sosyolog ve iktisatçı, siyasal aktivist. Avrupa Birliği ülkelerine, Amerika’ya ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne danışmanlık yapıyor.
CHP‘nin İkinci Yüzyıla Çağrı töreninde yaptığı konuşmayı birkaç defa dinledim. (CHP’nin resmî sitesine konulmuş 27 dakikalık bir konuşma videosu). Konuşmanın kısa bir özetini çıkarmaya çalıştım. Sayın Rifkin, bilimsel, teknik ve ekonomik girdi sağlayarak Türkiye’nin kapsamlı bir yol haritasının çıkarılmasını ve bu yol haritası ile ülkemizin bir dönüşümden geçmesini amaçlıyor. Başlangıç olarak diğer bölgelere göre yüzde 20 fazla küresel ısınma gösteren 22 ülkeden oluşan Akdeniz havzasının kurtarılması için bu ülkelerle iş birliği içerisinde karbon salınımının azaltılması çalışmalarına başlanmasını ve bu çalışmalarda Türkiye’nin öncü bir rol oynaması gerektiğini anlatıyor. Günümüzde geliştirilen iletişim altyapısı sayesinde küresel ölçekte yeni ve akıllı bir altyapı ihtiyacı olduğunu ve bu altyapı ile geliştirilecek olan güneş, rüzgar ve okyanuslardan elde edilecek enerji ile yeni bir sanayileşmeye gidilmesi gerektiği belirtiliyor. Tüm insanların eşit erişime ve imkana sahip olduğu, hedefin karlılık olmadığı, paylaşıma dayalı, herkesin katılımcı ve söz sahibi olduğu merkezi olmayan platformların oluşturulması durumunda, artık araçlar değil, araç ağları oluşturulacak. Yeni nesil (Z kuşağı) mülkiyete değil paylaşıma dayalı bir hayat yaşamak istiyor ve öyle yaşayacak. Kısaca her şeyi satın almamıza gerek yoktur çünkü ihtiyacımız olan şeyleri kiralamak daha ucuz olabilir. Bu yeni nesil, israf istemiyor, ihtiyacı kadar üretip tüketmek istiyor, çevreye karşı daha duyarlı, et üretiminin çevreye verdiği zararı bildiklerinden et yemiyorlar. Dünyamıza en uyumlu ve en dayanıklı tür insandır, doğayı kendimize uymaya zorlamak yerine biz doğaya uyumlu hale gelirsek, birçok hayvan türü gibi yok olmadan geleceğimizi oluşturabilme ve sürdürebilme şansımız vardır.
Yukarıda özetini vermeye çalıştığım görüşleri olan dünyanın birçok ülkesinde danışmanlık yapmış bir iktisatçıyı öngördüğü teori üzerinden eleştirmek benim gibi konuya yabancı bir kişi için uygun olmaz. Ancak özellikle Akdeniz havzası ve bu bölgenin kurtarılmasıyla ilgili görüşler konusunda söyleyeceğim birkaç şey var.
Akdeniz havzasını, onu çevreleyen ülkeler kirletmediler. Bu bölgeyi kirletenler sizin daha önce danışmanlığını yaptığınızı söylediğiniz ABD, AB ülkeleri, Rusya ve Çin. Bu ülkeler dünya karbon salınımının yüzde 70‘ten fazlasını yaptılar ve devam ediyorlar. Dolayısı ile Akdeniz’i çevreleyen ülkelerin karbon salınımlarını düşürmesi ya da sıfırlaması neyi değiştirecek?
Akdeniz havzasının Türkiye hariç kuzeyindekiler sömürgeci ve en büyük karbon salınımına ortak ülkeler, doğusundakiler, İsrail hariç sömürgeci kapitalistler tarafından işgal edilmiş, güneyindekiler ya darbeciler tarafından yönetiliyorlar ya da iç savaş var, ipleri de gene sizin danışmanlık yaptığınız ülkelerde. Bu şartlar altında Türkiye kiminle nasıl ortaklık yapacak ve bu ülkelere önderlik yapacak?
Bize önerdiğiniz, güneş, rüzgar ve okyanusları kullanarak enerji elde edip karbon salınımını düşürme işini danışmanlık yaptığınız ülkeler neden yapmıyorlar ve üstelik kömür, kaya gazı ve nükleer elektrik santrallerine yeniden geri döndüler? Daha da ilginç olan tam tersine bizim mavi vatana ve altındaki karbon yataklarına konmak için uçak gemilerini burnumuzun dibine getirip Türkiye’ye baskı yapıyorlar.
Yoksa bize siz bırakın Akdeniz’deki gazı, petrolü, mavi vatanı size bunları vermezler, bunlara ihtiyacınız yok, güneş ve rüzgar enerjisiyle idare edin mi demek istiyorsunuz?
Hatırlatırız, üç kıtada at koşturmuş bu millete Akdeniz küçük gelir
Saygılarımla…