İkinci Dünya Savaşından sonra dünya üzerinde tarım hızla gelişmeye başladı. Bu gelişmenin en büyük sebeplerinden biri traktör sanayindeki gelişmelerdi. Gelişmiş ülkelerde seri halde üretilen ve tarıma uygun traktörlerin piyasaya sürülmesi ve fiyatlarının uygun olması satış oranlarını kullanımlarını artırdı. İkinci dünya savaşı sonrasında da ülkemizde traktör üretimi yoktu. Tarım genelde at, katır, eşek gibi hayvanların kullanımıyla yapılabiliyordu.
Savaş sonrası Amerika müttefiklerine yardım göndereceğini açıklayınca Türkiye’de talepte bulunur. Marshall yardımı fonundan Türkiye’ye yüzlerce Massey-Harris traktörleri gönderilir. Böylece Türk çiftçisi traktörün tarımdaki etkisine gözleriyle şahit olur. Başka firmalardan da ülkemize traktörler gelmeye başlar. 1952 yılına gelindiğinde ülkemizdeki traktör sayısı 32 bini bulur. Ancak 20 milyon nüfuslu ve yüzde 70’i tarımla uğraşan ülkemizde bu sayı yetersizdir. Zamanın hükümeti Marshall yardımları gelince kapatılan uçak fabrikasında traktör üretmeye karar verir ve Makine ve Kimya Endüstrisi yetkilileri çeşitli şirketlerle görüştükten sonra yetkililer Amerikalı Minneapolis-Moline şirketiyle anlaşma sağlar. Kurulan şirkete “Türk Traktör” ismi verilir. Bu şirket daha sonra Fiat’a satılır ve “Türk-Fiat” ismini alır. 1970‘lere gelindiğinde yıllık 10 bin civarında traktör üretebilir hale gelir.
Ürünleri para etmeyen çiftçi, traktör alabilecek mali güce sahip değildi. Mali imkansızlıklar pratik zekalı Türk insanını başka alternatiflere yönlendirir. Konya’nın Altuntaş Kasabasında yaşayan “Deli İsmail” lakaplı İsmail Alptekin evinin altındaki atölyesinde ilk tarım aracını, hurdacılardan topladığı malzemelerle yapmaya başlar. Yaptığı çelik karosere tek silindirli “Wisconsin” motoru yerleştirir. Motor sürücünün önünde ve açıkta çalışmaktadır. Deli İsmail bu ne olduğu bilinmeyen makineyi iki yıl kullanır. Komşuları makinenin her işe koştuğunu görünce Deli İsmail’den kendileri için de bu makineden yapmasını isterler ve tek silindirli olmasından dolayı “pat pat” diye ses çıkaran alete “pat pat” adını koyarlar.
Taşımacılıkta işleri büyük oranda kolaylaştıran ve at ve eşeklerin yerini almaya başlayan patpatlar Isparta ve Afyonkarahisar illerinde de imal edilmeye başlanır. Yapılan yeni makinelere daha güçlü olan ve Necmeddin Erbakan’ın girişimleriyle yerli olarak üretilen “Pancar Motor” konulur. Birçok parçası araba mezarlıklarından veya hurdalıktan toplanan patpatlar o yıllarda 5 buçuk milyon liraya satılmaya başlanır ki bu rakam bir traktör fiyatının 5’te biri kadardır. Başka bir değişle bir adet patpat 22 asgari ücrete eşdeğerdir. Traktör almaya gücü yetmeyen çiftçi günlük işlerini görebileceği bir makinaya ulaşabilir olmuştu. Taşıt olarak kabul edilmeyen bu makine, ehliyet ve plaka da gerektirmediğinden hızla yayıldı.
Patpatlar Karadeniz bölgesine geldiğinde Karadeniz insanı tarafından bölgeye uyumlu hale getirildi. Bölgenin engebeli olması sebebiyle daha hareketli bir gövdeye ihtiyaç vardı. Sürücünün önünde olan ve gövdeye bitişik ve onunla birlikte hareket eden motorun yeri değiştirilerek gövdenin önüne “çapa motoru” yerleştirildi. Ön tekerlekler ve motor yük kasasından ayrılarak bağımsız hareket eder hale gelince, bu yeni sistem engebeleri aşmayı kolaylaştırdığı gibi eğimli arazide de hareket kabiliyeti artmış oldu.
İmkansızlıklar sebebiyle ortaya çıkan bu makineler günümüzde binlerce adet imal edilmektedir. Herhangi bir standarda göre imal edilmeyen bu makineler çiftçimizin işini kolaylaştırsa da standart emniyet testlerinden geçmemektedir. Yıllar içerisinde yüzlerce insanımız bu makinelerin karıştığı kazalarda ölmüşlerdir. Yollarda karşılaşırsanız standart bir araç muamelesi yapmayınız ve mümkünse yanına yaklaşmayınız.
Saygılarımla...